21 Mart 2012 Çarşamba

'Ekonomi Metinleri' Kitabı Cilt: 1

İÇİNDEKİLER

Önsöz

Sektör Körlüğü, Liberal Körlük

En Zengin % 1

IMF: ABD çağı 2016'da sona erecek

Reel Globalleşme

1 Trilyon Dolarlık Rant

Kanada da Türkiye’leşiyor

Borçluyum, Borçlusun, Borçlu

7 Milyar Kişiye 5 Milyar Telefon

Asgari Ücret ve Yoksulluk Sınırı

Çin İç Piyasasına Yöneliyor

Yunanistan’da Takas Ekonomisi

2013 Krizi

Yeni Ekonomik Parametreler 1
Norveç ve Finlandiya Vakaları

Yeni Ekonomik Parametreler 2

Yeni Ekonomik Parametreler 3

Yeni Ekonomik Parametreler 4

Yeni Ekonomik Parametreler 5

Yeni Ekonomik Parametreler 6
Suriye Hatay Cumhuriyeti’ni Satın alıyor / Popülasyon Ekonomisi 1

Yeni Ekonomik Parametreler 7
Popülasyon Ekonomisi 2

Yeni Ekonomik Parametreler 8
Felaket Satın Almak

Yeni Ekonomik Parametreler 9
Kaos-Kozmos Karışım Denklemler

Yeni Ekonomik Parametreler 10
Eski Kafaların Yeni Durumlara Karşı Tutumları

Yeni Ekonomik Parametreler 11
Profesyonel Lupen’lere Karşı Amatör Roubini’ler

Yeni Ekonomik Parametreler 12
NAFTA(lin) : 1 – Kokain : 2 / Suçun Yeni Ekonomisi 1

Yeni Ekonomik Parametreler13
Suçun Yeni Ekonomisi 2

Yeni Ekonomik Parametreler 14
Emtia Piyasalarında Piyasa Ekonomisi Neden Savunmasızdır?

Yeni Ekonomik Parametreler 15
Toplan(a)mayan Eksiler ve Artılar

Bilgi Toplumunda Bilgi Metası

Etoburlar ve Otoburlar

Görevimiz Tehlike: AB’yi Batmaktan Kurtarmak

Tarihin Poposunu Çin’den Kurtarmak

Economist: Korkun

Global Son Moment

Son AB Momenti

% 99 Dünya’yı Değiştirebilir mi? Nasıl?

Türkiye = 1 / 200 Nüfus = 1 / 2 Mevduat

Deli Dumrul Yanki

Kriz ve Enflasyon Tarihi

Mesai Öldürür

İsyan Ekonomisi

ABD Dişlerini Gösterdi

Yunanistan Artık Kötü Örnek

Kişi Başına Harcama 2010

Haklar Çökertilirken


ÖNSÖZ

Ekonomi hakkındaki metinlerim daha önceden de birkaç kitap hacmine ulaşmıştı. Ancak ilk kez onları yazarken derledim.
Böylelikle, hem konu, hem zaman, hem mekan spekturumun ayaralmak mümkün oldu. Bir de 2011 bir kriz yılı olarak, ekonomi açısından öğretici ve dolayısıyla bol yazılabilir bir yıl oldu.
1960-2010 arasındaki 50 yıllkı yaşamım, Türkiye açısından kabaca, ‘25 yıllık 3 darbe + 25 yıllık 3 liberalizm’ olarak yaşandı.
1960’ların başındaki çıkışı dönemi DPT’nin (Devlet Planlama Teşkilatı) 5 yıllık kalkınma planlarında rahatça izlenebilir. Bu da, arkadan gelen liberalizmin Türkiye’yi ne hale getirdiğini açıkça anlamamıza yardımcı olur.
Liberalizmin bolluğuna karşı değilim. (Kendim için fakirliği yeğlerim, ayrı konu.) Ancak, 1 ciklete fuhuşa dönüşen, ‘satın al da, nasıl alırsan al’ mantığına tümüyle karşıyım ve 1980-2010 arasında dünyada bu ilke uygulandı. Sonuç belli: Herkes battı.
O nedenle, ekonomi kitapları dizim, bu batışın bir izleği olacak temelde.
Kişisel olarak da, yıkımı seven bir oto-anarşizmim mevcut olduğu için, Nasreddin Hoca hesabınca, devrilen küplerin gümbürtüsünü izlemek, gerçekten eğlenceli: Sen altta kalsan bile, eğlenceli. Trajediler çoğalınca, komedi oluyor çünkü.
Eleştiri de yazsam, deneme de yazsam, bilim de yazsam, metinlerim de sokak mizahı ve dili hep olur. Bunlarda da öyle. Zaten böylesine büyük kitlesel bir idiotluk salgını, ağlanarak anlatılmaz.
Ya da başka bir deyişle: Karafatmalar yemeklerini tabakta yemezler. (‘Time and Tide’ filmi, yönetmen: Tsui Hark)
(Ağustos 2011)
 
Sektör Körlüğü, Liberal Körlük

Aydın Doğan şöyle demiş:

“Sektörde çok uzun kalanlarda sektör körlüğü de oluyor.”


Ona ‘sektör körlüğü’ değil, ‘liberal körlük’ denir.

İktidar seçkinleri 5 kümedir: Ordu, işinsanları, medyatörler, siyasetçiler, entellektüeller.

1980’lerde başlatılan ve hala süregötürülmeye çabalanan yeni liberal dalga gerçekten kördü.

Tamam, nüfusun yalnızca % 1’ini zengin etmek isteyebilirsin. Tarihin başından beridir, sömürü ve kapital birikimi var. Bunu ne kapitalistler, ne de neo-liberaller icat etmedi. Bunun nasıl yapılacağı da basit: Sermayenin çok küçük bir azınlıkta birikimi yoluyla.

Basın sektörü körlüğünü de katarak, konuyu panoramalamaya çabalayalım:

Yeni liberalizmde insanlar, gerçekte gereksinim duymadıkları metaları satın almaya özendirildiler. Bunun için, mankenler ve futbolcularda (ünlülerde) simgeleşen, sınıf atlama ve güzel yaşama imajının, medya aracılığıyla kitlenin beynine kazınmasının işlevsel bir yol olduğu açıkça ortada. Ancak:

Pazarlamanın ve medyanın gücü en çok % 50’dir.

Medya silahı sahibini de vurabilir.

İnsanlar çok oynaklaşır. Kararsızlık, tüketici için uygun bir nitelik değildir.

Sermaye birikimi sürekli değildir. Çöküşler, yalnızca kapitalizmin değil, tüm tarihin ortak döngüsel özelliğidir ve biz şu anda benzeri bir çöküş döneminin içindeyiz. Bu çöküşe girmeyi medya ve neo-liberalizm ivmelendirdi ama yaratmadı. Çöküş onlardan çok değil, 5 yıl önce başlamıştı.

Bu durumda ne oldu?

Deniz 20-25 senede bitti. Buna 5.000 yıllık tarih döneminin en büyük kaynak bitimi de eklenmek üzere.

Enerjisizlik, susuzluk ve gıdasızlık, nasıl çözüleceği belli olmayan 3 makro-global kriz olarak, tepemizde Demokles kılıcı gibi asılı duruyor.

Körlük, bunu kapitalistlerin değil, danışmanlarının görmemesinde. Görüyor da, söylemeye çekiniyor değiller, görmüyorlar. Kissinger’dan Brzesinski’ye ABD akilleri, kendi elleriyle ABD’yi batırdıklarını hala göremediler. Gören birkaç kişi var, onlar da yazmaya çekiniyor ama araba devrildikten sonra, yol gösterecek çok kişi olacak.

Türkiye’de durum biraz daha farklı. Gelecek kültürel moda toplumu iteceğiz derken, 2 önceki moda gerilettiler ve biz bugün ve burada 1. Cumhuriyet öncesinde, hatta Osmanlı batış döneminden daha beter koşullardayız. Bunu da yalnızca 25-30 yılda becerdiler.

Bilgi çağına girdiğimiz için medyatörler, bilgiyle ilgili tek iktidar seçkini odak durumundaydı. Entellektüellerimiz ise, hem sopa, hem havuç yedikleri için afallamışlardı. Şimdi hala Türkiye koşullarını 1980 öncesinde sanıyorlar, sağcısı da öyle, solcusu da öyle. Örnekse, organ naklini veya robotları hala bilimkurgu konusu sanıyorlar. Onlar için 2. Sanayileşme bir realite değil.

Bu durumda ne oluyor?

Batan gemiyi önce fareler terkediyor, yani sermaye sahipleri.

Nedense, global ölçekte de / ölçütte de öyle. Yazının gücünün kimse bilincinde değil. Matbu ve sanal basının, birlikteyken çok daha etkili olacağının da bilincinde değil. Şimdilik bir geçiş sürecindeyiz. Çok basit: Wikipedia dosyalar hazırlamış, şak diye kitap formatında çıktısını alabiliyorsunuz.

Tabii ki Milliyet’i yeni satın alanların böyle bir niyeti yok. Biri babasının intikamını aldı, biri BJK’li 2 gazete yaratacak ve böylelikle 1 milyon satan futbol gazetelerini devredışı bırakacak. Şarkı sözü gibi: “They are living in the past time paradise”.

Körlüğün toplumbilimde başka bir tanımı da var: İnkar kültü. Türkiye kitlesi ve iktidar seçkinleri geleceği inkar ederek, geçmiş zaman cennetlerinde yaşıyagidiyorlar.

Gömdük bile... Sıradaki?

(22 Nisan 2011)

En Zengin % 1

“Nobel’li ekonomist Joseph Stiglitz, ABD’nin en zengin yüzde 1’ini uyarıyor: ‘Siz de endişelenin!’

...

ABD’de genç işsiz oranı yüzde 20. Her 7 Amerikalı’dan biri, yiyeceği karneyle alıyor.”


Burada yazmayan bir şey daha var: Reel ücret, ABD’de 1968’den beridir azalıyor. Yani, 43 yıldır.

Ne demişler?

Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.

ABD Dünya’ya demokrasi dağıtacak durumda değil, çünkü kendi içinde demokrasi yok. Demokratik bir toplumda, nüfusun % 1’i GSMH’nın % 40’ını alamaz, almaz da.

Yineliyoruz:

Sömürüyü neo-liberaller icat etmedi ama sömürü dünyanın hiçbir yerinde ve zamanında ilelebet sürmedi.

Ya reform, ya devrim.

(24 Nisan 2011)

IMF: ABD çağı 2016'da sona erecek

“Uluslararası Para Fonu'na göre, Çin ekonomisi 2016'da dünyanın en büyük ekonomisi ABD'yi geçecek.”

10 yıldır yazıyorum: ABD’nin br numaralığı yitirdiği zaman 11 Eylül 2011’dir. Global bir askeri güç, kendi elleriyle yapılmış olsa bile, kendi evinde vurulduğu anda biter.

İkincisi, Çin’in reel ekonomik karşılığı. Şu anda Çin parası dolar karşısında aşırı düşük ve reel hesaplamayı tam tutturamıyorlar. Şunu bilin: Dünya’da ayda 25 dolar ile milyonlarca kişi olağan (ortalama veya azıcık altı) bir yaşam sürüyor. Bunların hepsi Uzakdoğu Asyalı. Bunu G-77de ancak 1.500-2.000 dolarla yaparsınız.

Üçüncüsü, ABD son 10 yılda global tekkutup olmayı beceremedi. Tüm o akil adamlar, RAND’lar, CIA’ler, NSA’ler, şunlar bunlar vız geldi, tırıs gitti.

Dördüncüsü, AB’nin ikinci kutup olmayı yeğlememesi, dünya tarihinde ilk kez süper güç olmayı yeğlemeyen bir süper güç durumunu yarattı. Buna bir de, Çin’in dereyi görmeden paçaları sıvaması eklenince, kurt dumanlı havayı sevdi.

Friedman önümüzdeki 10 yıl için terörizmle birlikte yaşamanın öğrenileceğini belirtmiş. Museviler’in kendi otellerini kendi 90 vatandaşıyla birlikte havaya uçurduğu 1946’dan beridir zaten terör çağındayız. Leyla Halid, Çakal Carlos ve Unabomber hala sağ ve esen. Usame’cim de, rivayete göre kenara ahretlik bir atom bombası koymuş. ABD desen, 10 milyon sivili öldürdü. Bunun sonu yok.
(26 Nisan 2011)

Reel Globalleşme

Deniz Gökçe şöyle yazmış:

“Bay Ghemavat'ın kitabına ve tezine göre, birçok alanda globalleşmenin dozu çok çok düşük.

Örneğin, dünyadaki üniversite öğrencilerinin sadece yüzde 2'si kendi ülkelerinin dışında bir yerde okuyor.

Dünya vatandaşlarının sadece yüzde 3 kadarı, kendi doğdukları ülkenin dışında bir yerde yaşıyor.

Dünyada üretilen pirincin sadece yüzde 7 kadarı, hudutları geçerek dünyanın başka bir yerine satılıyor.

Birçok yazar globalleşmenin mesafe ve kültürel bağ nedeni ile gerçekleştiğini düşünüyorlar. Ghemevat'ın sayılarına göre eğer iki ülke aynı dili konuşuyorlarsa yüzde 42 daha fazla ticaret yapıyorlar. Eğer bir ticaret bloğuna aitseler yüzde 47 daha fazla ticaret gerçekleştiriyorlar. Hele eğer ayni para cinsini kullanıyorlarsa yüzde 114 daha fazla ticaret yapmaktalar. Ve ayni koloniyal geçmişi paylaşıyorlarsa da % 188 daha fazla ticarete girişiyorlar.

'Venture capital' denen maceracı sermayenin yüzde 20'den azı fonun sahibi ülkenin dışında yatırılıyor.

Borsaya açık hisse senetleri toplamının, sadece yüzde 20 kadarı yabancı yatırımcıların elinde.

İnternet trafiğinin yüzde 20'den daha az bir kısmı uluslararası sınırları aşarak dışarıya ulaşıyor.

Bugün yapılan uluslararası göç, yüzyıl öncesinin yanında hiç bir şey sayılmalı. Geçmişte İrlandalılar’ın yüzde 14 ve Norveçliler’in yüzde 10 kadarı  göç etmişmiş. O günlerde vize gerekmiyormuş. Bugün dünyada vize ve seyahat dökümanlarına yapılan harcama yılda 88 milyar dolar. Dünyadaki ülkelerin yüzde 10 kadarında pasaport almak, kişilerin ortalama yıllık gelirinin yüzde 10 kadarı harcamaları gerektiriyor.”


Bu konuyu 10 yıldır yazıyoruz. Eskiden 2 farklı biçimde tanımlanan 3 dünya vardı. Şimdi dünyada ve Türkiye’de 4 kültürel mod, kabaca aynı nüfus oranında: Feodal öncesi, feodal, sanayileşme, bilgi çağı.

Bunun en paradoksal örneği turistlerden. Hemen tüm turistler 1. Dünyalı’dır / G-8’lidir. Yılda 1 milyar kişi tatil için yurtdışına gider. Gittiği yerde 2 hafta kalır. Her yıl hemen hemen aynı yere gider. 25 yılın sonunda, orası ve halkı hakkında öğrendiği, koskoca bir hiçtir. Ayrıca, örneğin Türkiye’ye gelen 26 milyon turist, 1 milyon sürekli yabancı demek olur ve bunun fırsat maliyeti, et fiyatının olacağının 2 katı olması veya o yaz rekoltesi düşük olan herhangi br meyveyi pazarda hiç göremememiz, demek olur. Tersi durumda, Almanya’da 40 yıldır yanyana yaşayan Almanlar ve Türkler de birbirine hala yabancı.

Asıl önemlisi, dünya marjinalleri / anormalleri giderek bir azınlık olmanın ötesinde devasa bir kitle olmakta. (Sistemin dışına çıkmak isteyenlerin önemli bir bölümü bunu beceremezken, sistemin dışına çıkmak istemeyenlerin marjinalleştirilmesi, ayrı bir yazı konusu.)

Sonuç: 4 dünya var ve bir de lümpen proleteryanın altı ki bunlar yamyamlığın da ötesi bir anti-hümanizm birikimine sahip edildiler.

Bu durumda, barbarlar barbarlarla (Hutu-Tutsi), uygarlar uygarlarla (Slovenya-Sırbistan), barbarlar uygarlarla (AB’deki göçmenler), uygarlar barbarlarla (en son Kuzey Afrika saldırıları) savaşır. Seksin orjisi varsa, savaşın da var: Kör tuttuğunu öper.

Globalleşmenin 30 küsur yıl boyunca, bu denli sert, kültürel hegemonyacı dayatılması, İslam’ın şimdiki keçi inadı kabilinden kültürel regresyonlar yaratabiliyor. Bir şık daha var ki evlere şenlk ve tarihi değiştirecek: Brezilya-Hong Kong mafyası sembiyözü gibi, 5 benzemez melezlenmeler.

Diğer bir deyişle: Önümüzdeki kısa gelecekte, gelecekbilimsel öteleme vektörleri merkezden çok periferi kültürlerden gelecek, gelmeye başladı bile.

Türkiye ise aynı dönemde, % 5 nüfusunu dış, % 20’ini iç göçe maruz bıraktı. Kaliteli melez oranı % 0. Hepsi ölü doğuyor.

O nedenle, epsilonsal etkenler, yani bir kelebeğin kanat çırpması metaforu, devreye giriyor.

Yazıyorum: Düşümde bir kelebek mi gördüm, yoksa bir kelebek mi beni düşünde gördü? Farkeder mi?

Fırtına yaklaştı. Kurtlar uluyor. Ava gidenler avlanacak.

(27 Nisan 2011)

1 Trilyon Dolarlık Rant

“Erdoğan açıkladı: İstanbul'a kurulacak 2 yeni şehirin biri Avrupa diğeri Anadolu yakasında, Karadeniz'e yakın olacak...”


3. köprü güzergahı. Kuzey bölge. 2 tane 100’er kilometre karelik bölge. 200 kilometre kare eder. 200 milyon metre kareden ve metre karesi (şimdilik) 5 bin dolardan 1 trilyon dolar rant.

Tam Nasreddin Hoca fıkrası:

“Hazır parayı gördün, gülüyorsun, değil mi?”

Tarım üretimi 2010’da düştü. % 10 çiftçiyle 85 milyon kişiyi nasıl doyuracaksın?

Tarımın ileri nanoteknolojili mi? Yoksa birim verimin çok onyıldır aynı mı?

200 kilometre karedeki tüm ağaçları kestin, ne olacak? Marmara kıyısındaki gevşek toprak, Karadeniz kıyısında da olmayacak mı?

Deprem olunca ne olacak? Benden sonra tufan mı?

O rantı kimler yiyecek?

Memleketin Kasımpaşa’da yeşil alanlara imarsız ruhsatsız diktiğin binalar ne olacak?

Erdoğan şöyle de demiş:

“On yıllar boyunca devam eden plansız betonlaşma İstanbul’u mahvetmiştir. İstanbul’a, ülkemize ihanet etmişlerdir.”

Sanki bu adam bir zamanlar İstanbul başkanı gibiydi. 2. Arnavutköy onun imalatıydı, diye anımsanıyor. Gibi gibi... Şarkı sözü gibi...

Şimdi Anadolu’daki lümpen proleteryanın salyaları akmaya başlamıştır. Rüyalarında altına hücum filmleri oynuyordur.

Böyle seçmene böyle parti ve böyle başbakan. Bırakın, dağınık kalsın. İş çığırından çıkınca, acilen iktidardan tüyüp, ortalığı temizlemeyi başkalarına yıkacaklar. Onun için, bırakın dağınık kalsın. İstanbul, depremden sonra da, bir cehennem olarak dursun. Tarihe ibret olur.

(11 Mayıs 2011)

Kanada da Türkiye’leşiyor

Global iklim değişimi, bir kutup ülkesi olan Kanada’da kullanılabilir toprak miktarını arttırıyor. Bunun sonucunda da, şöyle bir durum ortaya çıkmış:

“Proje kapsamında Türkiye topraklarının bir buçuk katı kadar büyük bir alanı kapsayan, ancak sadece 128 bin kişinin yaşadığı bölgeye erişimi kolaylaştırmak için kuzeydeki 10 liman, 46 havaalanı, bin 190 kilometre demiryolu ve 51 bin kilometre otoyolun birbirine bağlanması hedefleniyor. Havaalanları yenilenecek, otoyollar genişletilecek ve telekomünikasyon altyapısı modernleştirilecek.”

Eğer, 21. Yüzyıl’da (aslında gelmekte olduğu açık olan) yeni bir buzul dönemi başlamazsa, Kanada 2. Çin olacak. Yalnızca bu proje, 500.000 kişiye iş, yani göçmenlik demek. Tabii, oradaki ormanlar sizlere ömür.

Ancak şu var: Kanada o buzlu topraklarla dünyanın ikinci büyük buğday üreticisi. Demek ki artık birincisi olacak. Buğday da artık bir silah. Asıl önemlisi Kanada, ekonomik açıdan ABD’yi geçecek.

Bunun bedeli de çevre sorunları olacak:

“Bölgede 237 kuş, 20 kürklü hayvan ve farklı balık türleri bulunuyor. Bazı çevreci gruplar, planın yeterince şeffaf olmadığını söylerken, bölge yerlileri hükümetin toprak haklarını ihlal ettiğini söylüyor.”

Yani, yalnızca Türkler değil, tüm insanlar kafayı yemiş durumda. Dünya şu anda % 100 kapasite kullanımını geçti. Brezilya ve Kanada dünyanın tam çölleşmesini 50 yıl önceye alabilir.

Ne için?

Çağdaş yaşam kisvesi altında, deliler gibi çalışıp, deliler gibi tüketilen, insanlıkla uzaktan yakından ilintisi olmayan standart biyografiler için...

(11 Mayıs 2011)

Borçluyum, Borçlusun, Borçlu...

Çiller’den sonra, Erdoğan da bir Cumhuriyet tarihi rekoru kırdı. Türkiye halkı tarihinin en borçlu dönemine girdi:

“Bankaların kullandırdığı, taşıt konut ve bireysel kredilerden oluşan tüketici kredisi tutarı, 141,3 milyar TL’ye ulaştı. Vatandaşın 45,2 milyar liralık da kredi kartı borcu bulunuyor. Toplam borç ilk kez gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 16,88’ine çıktı. 18 yaşın üzerinde yaklaşık 51 milyon kişi olduğu düşünülürse, kişi başı 3 bin 660 TL borcumuz var.”


Hesap yanlış:

18 milyon hanemiz var. Hane başına borç, 10.000’in üzerinde ki bu harcanabilir kişi başına borca denk, hatta onu aşan bir sayı. (Hane başı kişi sayımız 4.)

Buna akrabadan alınan ve bir de tefeci borçları dahil değil.

Kısırdöngü oluştu. Bankalar artık sanayi kredisi vermeye korkuyor ama bireysel kredi vermeye korkmuyor, hatta zorla kredi veriyor.  Ancak şunu düşünmüyorlar:

1 yıl önce yalnızca SSK emeklilerinden maaşı hacizli sayısı 80.000 idi.


18 milyon hanenin kaçının evinden hacizli mal olarak 10.000 liraya satılabilecek mal çıkar? (Kullanılmış ev eşyası genelde 4’te birine satılır.)

Nasıl ki devletsel borcumuzun ödeme karşılığı bir şey kalmadıysa, bireysel borçlarımızın da ödeme karşılığı yok.

Sonuç?:

Bir yerde çark takılacak ve sistem çökecek. Bankerler nasıl battıysa, bankalar da batacak. E tabii, gelsin o zaman ‘kurtar bizi devlet baba’. Devlet babanın merhemi olsa, kendi keline sürerdi.

Yine vade veriyoruz:

2013 ortası: Panik o zaman. 2011 genel seçim yılı. 2012 cumhurbaşkanlığı seçimi yılı ki bu seçim olmazsa, kriz öne gelir.

Bu kahve falı değil. Yunanistan’ın şimdiki durumu için neredeyse 500 milyar dolar kullanılmış olacak. Bizim için 1 trilyon doları nereden bulacaklar?

Bulamayacaklar. Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz.

(15 Mayıs 2011)

7 Milyar Kişiye 5 Milyar Telefon

Ursula K. Le Guin’in ‘Mülksüzler’ romanında, Shevek adlı bilimci kahraman ışık hızından hızlı iletişimin yolunu bulur. Herkes sevinir ve heyecanlanır. Shevek onlara sorar: “Ne söyleyeceksiniz?

“7 milyara yakın insanın yaşadığı dünyada telekomünikasyon sektörü, 5 milyar mobil telefon, 2 milyar internet kullanıcısıyla çağın vazgeçilmezi haline dönüştü.”


Aynı zamanda:

“BM tarafından yapılan araştırmalarda 1 milyar insanın güvenli içme suyuna, 2.6 milyardan fazla insanın temel sağlık hizmetlerine erişemediği dünyada...”

Ayrıca, 1 milyarı aşkın kişi gecekonduda, 3 milyarı aşkın kişi köyde yaşıyor.

Bu insanların birbirine söyleyecek nesi var?

G-7’lilerin bu insanlara söyleyecek nesi var? Bill Gates’in 100 milyar dolar servet için, 1 trilyon doları, geriye dönüşsüz, sermaye silimi yaptığı bir dünyada, kim kimle neden / nasıl iletişim kurabilecek?

Bizde 50 milyon kişi, ayda 10 milyar fatura ödüyor. Bunların içinde işsizler de var.

Bu kapitalizm bile değil. Bu soygun bile değil. Bu at tarrağında kelebek.

Tekno-liberallerin, tekno-ekonomistlerin tümüyle yanıldığını gösteren koskoca bir veri yığını, 20 yıllık.

Lüks mallarla ilgili, kapitalist / ekonomik gelişme kuramı burada sıfırlanıyor. İpek Yolu’nun ipeği de öyleydi.

Fırsat / ikame maliyeti, burada limit sonsuzlanıyor. O nedenle, hem neo-liberallerin, hem de Dünya Sistemi’cilerin savlarını epeyi gözden geçirmesi gerekiyor.

Özellikle de, 80.000 dolarlık evin 250.000 dolara kakalanması için yapılan planların geri tepip, dünya piyasasına, 2 trilyon dolar karşılıksız (bence sahte) para sürülmesi de öyle.

Sürdürülebilir borçlanma yoktur. Ne süper devletler için, ne de Türkiye için. Özal’dan beridir, dolarla popomuzu sildik, şimdi kendimiz tuvalet kağıdı yapılıyoruz. Artık, o 3G’li telefonlarımızı da bir yerimize sokarız inşallah...

(18 Mayıs 2011)

Asgari Ücret ve Yoksulluk Sınırı

“... ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın 2011 Mayıs ayı sonuçlarına göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken gıda harcama tutarının (açlık sınırı) 881,51 lira, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarının (yoksulluk sınırı) ise 2 bin 871,38 lira olarak hesaplandığı bildirildi.”


Asgari ücret aylık 630 TL net durumda.

Kişi başına düşen temel gereksinimlerin tutarı 722 TL durumunda.

Yani, asgari ücretin 4 kişiye bakması zorunluluğu yok, 1 kişiye yetmesi gereği var. Ayda 220, günde 7 TL’ye bir kişi doyar. Ben doyuyorum örneğin.

Burada sorun, asgari ücret karşılığı yaptırılan iş. Bugün hiçbir işyeri, haftada 40-48 saat mesai sınırına uymuyor. Haftalık çalışma saatı, fazla mesai ödenmeksizin, 80 saat kadar çıkabiliyor.

Daha da ağır olan koşul, 18 yaş altındakilerin, asgari ücretin bile yarısına çalıştırılabilmesi.

Türkiye’deki liberalizm olgusu, bağlı kuşu vurmaya, grev değil lokavta, GSMH yettiği halde, helikopter almak için çalışanların aç bilaç uyumasına göz yuman bir zihniyette oluyor.

Biliyorsunuz İspanya’da gençler ortalığı birbirine kattı. Sonra da biri şakayla karışık sordu: NATO İspanya’yı neden vurmuyor?

Bu durum er veya geç değişecek. Nasıl değişeceğini hep birlikte göreceğiz.

(26 Mayıs 2011)

Çin İç Piyasasına Yöneliyor

Ön saptamalar:

Çin, bugüne dek tuhaf bir devlet kapitalizmi yöntemi kullandı. Bunun en önemli sonucu, devletin bir şirket gibi yönetilebileceğinin kanıtlanması oldu. Çokülkeli şirketler (ÇÜŞ’ler) böyle yönetilemiyor, çünkü çok dillilik ve çok kültürlülük onları dağıtıyor. (Örneğin, 1984’te o zamanın en büyük bilgisayar şirketi NCR’nin yanlış ekonomik stratejilerle nasıl batırıldığını doğrudan izledim, çünkü bir projede orada çalıştım.)

Çin bugüne kadar ucuz ihracatla çok büyüdü. Dünya’da 30 küsur yıl boyunca yılda % 10 büyüyen ekonomi örneği çok azdır.

Bunda, ABD’nin ve AB’nin ‘göreli büyüme durması’ aşamasına gelmelerinin de payı yüksek.

Çin’in gücü, G-8’in toplamınınkinin 1,5 katı. Hindistan beceriksizlik gösterdiği için, bu Çin’i dünyanın en büyük merkezi yönetimi kılıyor. Çin’in gücü ve hataları burada yatıyor.

Ancak Çin, artık strateji değiştiriyor.

Deniz Gökçe şöyle yazmış:

“Çin, yavaş yavaş Çin'den dışarıya sermaye çıkmasına ve içeriye sermaye girmesine, daha hoşgörülü bakar hale gelmeye başlamıştı. Özetle Çin, artık ekonomik gücüne güvenmeye başlamış bulunuyor ve siyaseten serbesti getirmese de, ekonomide daha da artan serbestiye geçeceğini ilan etmiş bulunuyor. Çin artık büyük oyuncu ve yeni bir oyun oynamaya başlıyor! Bu değişimin çok önemli olduğunu ve Çin'in iç talebe daha fazla dayanacak politikalar geliştirmeye başladığını artık görüyoruz.”


Bunun anlamları / sonuçları neler olabilir?

Birincisi, dünyadan mal çekilmesi olacak. Kenar mahallelerdeki Çin pazarlarını izlerseniz, düşük gelirli insanların en önemli harcamalarının ıvır zıvıra yönelik olduğunu görürsünüz. Ucuza alışmış kitleler, pahalıyı görünce şoka uğrayacak ve tüketimini geçici de olsa kısacak.

İkincisi, Çin’de ıvır zıvır mal satışının çok büyümesi olacak. Çin, bunu ev ve araba gibi makro harcamaları kısıtlamak için yapıyor. Bunu bilinçli yaptıklarını sanmıyoruz ama Çin dünyada küçük harcamaların denetlenebilir olduğunu ilk uygulayan ülke olacak.

15 yıl sonra 4.000 dolara Çin ve Hindistan arabaları her yeri kaplayacak. Yani Çin, ‘kendine küçük, dışarıya büyük harcama yaptırmak’ ekonomi politiğini izleyecek olacak. G-7 ülkeler 5.000 dolarlık malları (cep telefonunu) satacak kimse bulamayacak, çünkü paralar küçük mallara gitmiş olacak. Bunun 2007 krizinin üzerine olması, 2017’de G-7’in mal satamaz duruma gelmesi olabilir.

Tüm bunlar Çin’in neden olduğu enerji ve hammadde krizini azaltmayacak.

Evet, Çin büyük ülke oldu. Ancak bunun bedelini çok ağır ödeyecek. Trilyonlarca doları boş yere savunmaya / saldırıya harcayacak.

Bunların hepsi artı gıda ve su krizi, 2029’da dünya ekonomisinin gerçek bir duvara toslaması demek olabilir.

Tarihi bir de şöyle yorumlayalım:

1991’de SSCB bitti, 2001’de ABD bitti, 2011’de (Yunanistan kriziyle) AB bitti.

Geriye ne kaldı?

Hiçbirşey.

Çin bile kalmıyor: En azından bu denklemde.

Çin bütün büyük ülkeler gibi, kriz yaratma takıntılı oldu ve bunu da maharetle becerecek.

Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz. Vaha falan da ummayın. Ayrıca, bu bir serap da değil.

(8 Haziran 2011)

Yunanistan’da Takas Ekonomisi

Dünya ekonomisi çözülürken pazarlar da çözülür. Para bile ortadan kalkabilir. Onun yerine en eski ticaret usülü olan takas gelir.

“Yunanistan'da, ekonomik krizin olumsuz etkilerini her geçen daha etkili bir biçimde hissetmeye başlayan Yunan halkı, ihtiyacı olan eşya ve ürünleri satın almak yerine, kendi aralarında değiş tokuş yapmaya başladı.”


Antik Yunan’ın yeni hali, torunları başkentlerinde 21. Yüzyıl’da bile çadırda yaşayan Cengiz Han’ın Moğolistan’ı gibi...

Buna da şükredecekler. Kıtlık veya kuraklık gelirse, yiyecek ot bile bulamayacaklar.

Koskoca AB çözülüyor. Üyelerinin ekonomisini denetlemeden ekonomik birlik olamayacağını hala anlayamadılar.

ABD’ye de aynı şey olacak, 2050’den sonra.

Türkiye’ye de aynı şey olacak, 2025-2045 arasında.

Şunu unutmayın:

Dünya sistemi geçmişte kezlerce çözüldü: Savaş, istila, salgın, kıtlık, vd bir sürü neden vardı. Orman yangınının dinamiği gibi bir dinamikle, yangının artık söndürülemeyeceği nokta kabaca hesaplanabilir. 2010’dan beridir kaynaklarımız artık yenilenmiyor. Havuzda su azalıyor. Ne zaman biter, ülkelerin kaçış paniğine bağlı. Bu koşullarda ülkeler içe kapanır, global ihracat / ithalat durur.

O nedenle, kabaca kendine yetebilir olmak çok önemli. Milyarlarca dolarlık ithal sıvı yağla bir tarafını silenlere benzedik. Yılda 2 milyon ton, tüketimimizin % 10’u kadar buğday ithal ediyoruz. Üretilen ekmeğin % 10’u çöpe atılıyor. Tasarrufu unuttuk. Eskiden yerde ekmek bulunca öpüp başına koyan Türkiye halkı, bayat ekmeği beğenmiyor artık.

Hey insanlar, deniz bitti, uyanın...

(9 Haziran 2011)

2013 Krizi

“Krizi önceden tahmin etmesiyle adı ‘kahin’e çıkan New York Üniversitesi Profesörü Nouriel Roubini, ABD’de bütçe sorunları, Avrupa’da borçların ertelenmesi ve Çin’de ekonominin yavaşlamasıyla oluşan sorunların 2013 yılında birleşerek, dünya ekonomisi için ‘kusursuz fırtına’ya dönüşebileceğini söyledi.”


Aşağı yukarı ben de öyle düşünüyorum.

Ancak temel gerçek, piyasadaki 2 trilyon karşılıksız para. Bu para, toplam GSMH büyüklüğü 20 trilyon dolar olan bir alanda dolanıyor.

% 10’luk karşılıksız para, enflasyonu % 10 değil, daha yüksek oranlarda etkiler: Hiperenflasyon veya stagflasyon (fiyatlar artarken tüketimin düşmesi) yaratabilir. Bugüne dek böyle bir oranda ve miktarda para piyasaya sürülmedi. O nedenle, ne olacağını tam  olarak öngörmek mümkün değil.

Sadece, bu para ortadan çekilince, borç ödemesi dönüşleri  kilitlenecek, bunu kesin biliyoruz.

Ya da başka bir deyişle:

Sürdürülebilir borçlanma yoktur, hiç de olmadı.

Bu, 28 yıldır ürettiğinden çok tüketen Türkiye için de geçerlidir, savaş ekonomisi ile açık veren ABD için de geçerlidir.

Durumdan bir tek Rusya karlı çıkacak, hem de demir yumruk Putin başta iken.

Önlemler neler olabilir?

Dayanaklı mallar stoklamak bir.

Borçlarını 2 yılda azaltmak iki.

Oyundan tümüyle çıkıp yalıtıma (inzivaya) geçmek üç.

Bunları da ancak nüfusun % 1’i yapabilir.

Geri kalanı, örneğin Türkiye’nin adam başı on bin lira kredi kartı borçluları, daha önce olduğu gibi, borç ödeyemeyecek. AKP hükümeti af çıkaracak, bankalar batacak.

Bunlar hep olagelen şeyler. Yeni ve farklı olan ne olacak?

Çöküş geriye dönüşsüz olabilir veya sonun başlangıcı olabilir. 2013-2023 arasındaki % 20’lik ciddi bir gıda üretimi düşüşü, 3 milyarı aç bırakır. Kitleler isyanla patlar.

Sonrasını biliyoruz:

Kan, ter ve gözyaşı.

Henüz devrim değil, henüz değil.

(14 Haziran 2011)


Yeni Ekonomik Parametreler 1

Önbilgi: ‘Yeni Ekonomik Parametreler’ dizisi, hepsinin birarada okunması için, diğer kronoloji sırasına uymadı.

Neo-globalizmin ve neo-liberalizmin n’inci aşamasında ve post-4-modern evrede egemen güçler, yeni ekonomik araçlar icat etmeye çabalayıp, eskilerini yeniden yorumlamış oluyorlar yalnızca ama istemeden bazı parametrelerin aktivasyon enerjilerini de tetikliyorlar. Bunlardan yerli ve yabancı olan birkaçına bakalım:

Yerli:

TCMB bankaların mevduat mahsubunu arttırınca sonuç şu olacak: Bankalar, bedavaya verip faiz ödeyerek geri aldıkları paralarla, şirketler gibi, 4 ay vadeli ve yüksek riskli merkezler krediler vermek yerine, daha önceki ödememe krizlerine karşın hala şirketlerden yüksek yüzdeli faizli ve daha kısa vadeli tüketici kredilerine yönelecekler. (Burada, batan bankalardan hiçbir müdürün içeri alınmamasının etki payı yüksek ki Batı’da da durum öyle.)

Bu arada bankalar sürekli yurtdışından kredi alıyorlar. Bunun nedeni,  ABD’nin ve AB’nin 1’er trilyon dolar basmış ve daha da basacak olması. Bu kadar para bir yerlere gitmek zorunda. G-7 ülkelerinde yastık altı yöntemi yoktur. Zarar kesin olsa bile, finansal spekülasyon vardır. Bu bizim kumar merakımızdan farklıdır. Eğer bir süre aksiyon yapmazsan, aksiyon hızını ve kesinliğini yitirirsin veya bir süre yitirmen, uzun vadede kazanmanı engellemez. Reel ve sanal sektördeki yabancı sermaye, zaten ana parasını yıllık % 10’luk kar realizasyonlarıyla kurtardı ve kara geçti bile, riski alması kolay. Bir de finansal ortama sallamak küçük ve orta ölçekli yatırımcıyı panikleteceği, artı yanlış kararlar verdireceği için, onlar yine kazançlı çıkarlar. Büyük paranın kesinkes yitirdiği tek durum, 1929 tipi krizlerdir ki ona biraz daha var ama vadesi giderek kısaltılıyor.

Yabancı:

Reel sektördeki ‘forward’ işlemler (alımlar ve satımlar) reel malların reel fiyatının reel nedenlerle artışını öne alır. Yani, buğdayın tonunun  fiyatı 2030 kuraklığı yerine, 2015 mali krizinde 300 dolar (şimdi 100 dolar) olur.

Ortak / global:

Tasarrufun anlamı değişti. Tüketimin de anlamı değişti. Dikkat edilirse, dünyanın gelişmiş ve gelişmemiş ekonomilerinde, tüketicilerin zorunlu / temel kullandığı herşeyin fiyatı, reel olarak son 30 yılda toplam enflasyonun onlarca katı arttı.

Örnek: Babam İzmir’de 35 dolar maaşla (bugünkü reel karşılığı 175 dolar) 1972’de 5 kişiyi geçindirip, 3 çocuğunu okutup, evine buzdolabı, çamaşır makinası, televizyon, teyp almıştı. Bugün bunu en az 2.000, belki 4.000 dolarla becerebilirsiniz.

Değişen ne?

Bugün bunu yapmak için o 5 kişinin en az 3’nün çalışması gerek. Demek ki reel ücretler 3’te bire düştü. Reel fiyatlar 2.000/175 > 10 kat arttı. Demek ki kabaca 50 katlık bir artış sözkonusu. Sağlık, eğitim bedavayken şimdi paralı olması hesaba katılınca, katlama 100’ü geçiyor.

Espri şu ki: Dolar milyarderleri 100 kat artmadı. Rusya gibi mafyöz yöntemle gelenleri saymazsan, belki 5 katı artmıştır. Yani, azalan girdiler oranı 1/20.

Diğer bir deyişle, kaynakların geri dönüşsüz bitirilmesi haricinde, dünya ekonomisi son 35 yılda büyüyeceğine küçüldü.

Bunun nedeni, kaptalizmin yan ve dış çevre ekonomilerini ana sisteme zorbalıkla sokarken ödediği bedelin, onlardan kazanacağı bedeli geçmesi. Irak’ta ABD’nin şimdiye dekki maddi kaybının,  oradan kazanacağı petrol gelirlerini geçmesi gibi.

Bu tür parametreler daha önce yalnızca kitaplarda mevcuttu. Şimdi yaşama geçtiler.

Daha başka (irdelenmeden anılacak) parametreler:

Kayıtdışı ekonominin kayıtiçi ekonomiyi yeniden geçmesi ya da başka bir deyişle merkezi pazarın dağılması ya da başka bir deyişle kümülatif sermaye birkiminin tersine dönmesi (bu paralar birilerine gitmiyor, yalnızca yok oluyor, kapitalizmin sel serabı para çölündeki vahaların suyunu buharlaştırıyor).

Eskidenki silah türü negatif ekonomilerin artması: Uyuşturucu, ilaç, sağlık, eğitim, turizm. (Turizmin en azından Türkiye için negatif bir ekonomi olduğunun ayırdına varılması gerek, bir zamanlar İspanya da öyleydi.)

Eğer kitlenin çok küçük bir bölümü tarih bilincine erip, özerk kapalı ekonomiler kurarsa, onların büyüklüğünün ve veriminin dünya ekonomisini geçeceği. (Dolaylı örnek, uzay ekonomisinin  devletlerden özel sektöre geçişi.)

İkinci Sanayileşme’nin 9 öncü altkültürü eğer verimli kullanılırsa, katrilyonlarca dolar edecekken, şimdilerde yalnızca milyar dolarlar ediyor. (Örneğin, eğer uzay mekiği ekonomisine ayrılan para, özel uzaycılara 25 yıl önce, düşük faizle kredi verilseydi, şu an çoktan Mars’a insan varmış olurdu.)

Yani: Değişimi yaratanların değişime karşı olması gerçeği, makro düzeyde de geçerli. G-7 ülkeleri, konjonktürün sabit kalmasını istiyor. Ancak kendi etkileri bunu imkansız kılıyor. Düşünün ki uluslararası siyaset açısından şu anda yalnızca Nixon’un yaptıklarını ödüyoruz, yani 35-40 yıl geriden geliyoruz.

İnternet ve bilgisayar ekonomisinin, göründüğünün tersine artık dünya ekonomisine zarar verici koşullara varmış olması gerçeğini görmek gerek. Bill Gates 100 milyar dolarlık serveti yapmak için, dünyaya 1 trilyon dolarlık zarar verdi.

Yeni ekonomik parametrelerin ironik yanı, kaotik olmaları: Yani, kestirilemezler ve etkilenemezler. Şimdilik tabii. Gelenekleşmelerine 25-30 yıl kaldı. O zaman onlar da belirginleşecek.

Bugüne dek çok ekonomik aşamanın çöktüğüne tanık olduk. Bunun yanısıra, günümüzden 500-1.000 yıl sonra da etkisini gösteriyor olacak parametrelerin başlangıcına da tanık olduk.

Bunların daha büyük bir kavramsal çerçeveye oturtulmaları sonraki metinlerin konusu. Bu, başlangıç ve kerteriz alma metniydi.

(21 Temmuz 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 2

Norveç ve Finlandiya Vakaları

Finlandiya tarihinde tek bir teknolojik buluşu zamanından (başkalarından) önce pazara sürdü: Cep telefonunu ve Nokia markasıyla 1990’larda. Oysa cep telefonunu icadı 1947 tarihlidir.


Milyarlarca dolar ülkeye aktı.

Sonra deniz bitti.

Nokia sıralamada giderek düşüyor, kimi zaman zarar açıklıyor.

Bu koşullarda Finlandiya, 1. Sanayileşme yarışını başlatıp sonra geriye düşen İngiltere gibi olacak. İngilizler artık bir sömürge olduklarına 65 yıldır ayamadılar.

Finlandiya da bir ara dünyada kişi başına en çok cep telefonu düşen ülkesi oldu. Tabii o telefonların ödenen tüm faturaları çöpe gitti. 4 milyar kişininkinin gittiği gibi.

Finlandiya’nın hazır bulup tükettiği para toplamı yüz milyarlarca dolar eder.

Norveç 1970’lerde Kuzey Denizi’nde petrol ve doğal gaz bularak, 40 yılda 570 küsur milyar dolarlık bir fonu kenara ayırdı.


Bunun yanısıra, Norveç devletinin dış borcu 558 milyar dolar.


Bu daha önce gözlenmemiş bir durum: Bir ülkenin borcu var, o kadar da tasarrufu var. Borcu ödemeyi doğmuş olanlar yapıyor, tasarruf doğmamış olanlar için saklı ve her yıl % 20 küsur gibi bir oranda artıyor.

Oluşan fon, dünyanın en büyük yatırım fonu.

Ancak, bu fonun Soros tarzı herzeler yiyip yemediğini bilmiyoruz.

Çin bize gelip, kendilerine 500 milyar dolar harcatmamızı istediğinde, Norveç başbakanı gelip Türkiye’de 100.000 kişilik bir 3. bahar kolonisi kurmak istediğinde, sizden bazı güvenceler isterler ya da o güvenceleri el altından kendileri yaratırlar.

Sözü edilen Türkiye’nin şişirilmiş 1 yıllık GSMH’si, şişirilmedik durumda 2-3 yıllık eder. Güç her koşulda Türkiye’yi tuş eder. % 1 ediyor, % 100 belkemiğimizi kırar.

Her 2 vaka da, borcun ve alacağın, tasarrufun ve tüketimin yeni formlarını yarattı.

Bu noktadan sonra, para ve iktidar biter, güç gösterisi başlar. Bu güç gösterilerinin yeni formlarını tarayıp buldukça ve karşımıza çıktıkça irdelemeyi sürdüreceğiz.

(24 Temmuz 2011)


Yeni Ekonomik Parametreler 3

Önbilgi: Bu metin dizisinin birincisine gelen bir okur yorumunda, metnin olumsuz bir durumu betimleyip betimlemediği soruldu. Dolayısıyla, bu açımlama metninin yazılması gerekli oldu.

Yeni ekonomik parametreler, eski ekonomik parametrelerin arasında önce fark edilmezler. Sonra yenilikleri ve farklılıkları şaşkınlık yaratır. Sonra iyice çoğaldıklarında, artık kendileri geçerli ve eski ekonomik parametreler durumuna gelmiş olurlar.

Yeni ekonomik parametreler ilk geldiklerinde belirsizlik yaratırlar, çünkü diğer parametrlerle tanımlanamazlar.

Belirsizliğin negatif tarafı nedir?

Ne yapılması gerektiğini göremezsiniz.

Belirsizliğin pozitif tarafı nedir?

Eski dominant öğelerin hegemonyası kırılır.

Örnekse:

Örneğin, G-7 ülkeleri 1900’da da neredeyse aynen mevcuttu. Sonra Çin geldi.

Örneğin, eskiden donanım ağırlıklı ekonomi vardı. Sonra internet, cep telefonu, vd çoğalınca, yazılım ekonomisi güç kazandı ve artık yazılım dolar milyarderleri var.

Yeni ekonomik parametrelerin gidişatı, onları yaratanlarca da, en makro ekonomik oyuncular tarafından da, birebir belirlenemez. 1. Sanayileşme’nin gidişatını yazmak mümkün olsaydı, ne onu başlatan İngiltere, ne de sonradan bu konuda bir numara olan ABD, bu 250 yıllık sanayi tarihini böyle yazmazlardı. 1950’den beridir süregelen 2. Sanayileşme için de böyle.

Yeni ekonomik parametreler, eski parametreler gözlüğüyle bakanlarca pek görülemez, hatta kolay kolay kabul edilemez.

Şu anda, mikro olsun, makro olsun, irili ufaklı birçok yeni ekonomik parametre global markete giriyor. Geleceklerinin ne olacağını henüz bilmiyoruz. Belki epeyinin ayırdında bile değiliz.

Hepsini imlemek ve spektrumlarını tarif etmek 10-25 yıl alacak ama o zaman (çoğu kriz ve negatif parametre olan) başka parametrelerin devreye gireceği de şimdiden belli.

Dolayısıyla biz, bu yeni ekonomik parametrelerin izini, o krizlere doğru süreceğiz.

Bu arada global market dahil, ekonomik sistemlerden çıkmak isteyen parametrelerin olacağı da hesap dahilinde.

(24 Temmuz 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 4

2 özel parametre irdelenecek:

Bir: CIA’in ve Pentagon’un yeni (aslında onun da modası geçti, son ‘yeni’ diyelim) harika çocuğu Barnett’in ‘Pentagon’un Yeni Haritası 1-2’ kitaplarında, neo-globalizmin bir yorumu olarak, merkezin ve periferiğin dışında kalan öğelerin zorla içeri dahil edilmesi durumunun açılımı:

Kentleşme var, tamam ama 1 milyarlık varoşlar ve hala 3 milyarlık köyler de var. Yani, herhangi bir kültürel mod, global ölçekte değil % 100, % 30 oranda bile kabul görürse, global sayılıyor ya da başka bir deyişle mikroları bugüne kadar kimse hesaba katmadı.

Aynı zamanda bu öğelerin, köylülerin kentte de köylü gibi davranması gibi, Mc Donalds’ta alaturka köfte ekmek satılması gibi, yeni standartlara uymaktansa, standartları düşürmesi / değiştirmesi durumu da mevcut.

Her sömürge, sömürgeciye kar getirmez. Büyük Sahra kimseye para getirmedi. Haa, Sibirya gibi orada da petrol çıkar ayrı konu ama trans-Sibirya demiryolu başta Rusya’ya zarardı.

Çıkarsama: Sistemin totolojikliği, onun illa ki kendini zorbalıkla dayatması, onun ömrünü uzatmaz, kısaltır.

İki: Altın veya gecelik bankalararası borç alıp vermelerin faizi gibi, ana finansal entstrümanlar üzerinde, (1 haftada % 200 gibi) çok kısa vadede çok büyük oynamalar yaratıp, neo-liberalizmin ve neo-globalizmin zorunlu saydığı ön koşullar olan demokratik istikrarın bozulmasının açılımı:

Para içinde bulunduğu ortamdan hoşlanmayınca, kendine çıkacak bir delik daima bulur. Kayıtdışı para, kendine yeni formlar daima bulur. Siz onu kağıt üzerinde GSMH’ye dahil edebilirsiniz ama Kürt uyuşturucu kara parasının terör olarak Türkiye’ye birkaç yüz milyar dolarlık zararı gibi, o aslında eksi GSMH’dir, en azından potansiyel olarak. Hesaba öyle dahil edilmelidir yani. Bu, ‘sıcak faize gelen oynak para’ için de öyledir. Bugün vardır, yarın yoktur, öbürsü gün zarar verdirir.

Yeryüzü’ndeki parayı kimse tümüyle denetleyemez, artı birincil etkileri denetlersiniz ama sonrakileri hayır. Almanya’daki Türk sermayesinin veya Türkiye’deki Norveç fon-morukevi parasının kaçıncı derecede hangi etkilerde bulunacağını bilemezsiniz. Her ikisi de her an olduğu noktada sıfırlanabilir, çünkü kapitalizmde pazara giriş ve çıkış serbesttir (bu uygulanmıyor ya da eksik uygulanıyor, ayrı konu).

Bu ikisi, ‘mortgage’ krizinden büyük zararlar yaratabilir. Aslında benzeri bir durumda yarattı bile: ABD’nin Irak’taki petrol nedeniyle girdiği savaş zararı 1 trilyon dolar, şimdi bütçesi temerrüde kalmakta.

Hiç incelenmemiş bir konu-durum var: Avrupa’daki veba salgınında, ana yolların dışında olan (yani aslında fakir olan) bazı dağ kentlerinin salgından hiç etkilenmeyip, ekonomik olarak birden öne geçmesi durumunun açılımı. Yani, şu sıralar epeyi içine girdiğimiz dünya sistemi çözülüş döneminden önce, göreli olarak sistem-dışı kalabilmiş bazı ekonomik öğeler / kümeler, bu çözülüşten kar sağlayabilir. Bunun için şimdiki en uygun aday Brezilya: En zorba ülke orası (kriminal olarak ABD’den bile zorbalar, atom bombaları var, (tümüyle bir coğrafya hesaplaması hatasına dayalı olan, Portekizce kullanma durumu nedeniyle) tuhaf bir biçimde Latin Amerika değiller, o sıcağa karşın tropik gevşek değiller (en azından nüfusunun bir bölümü öyle)).

Böylelikle, makro-makro panoramaya baktığımızda, mikro veya orta ölçekli değişkenlerin önümüzdeki tüm vadelerde, ekonomik açıdan farklılıklar ve metamorfozlar yaratabileceğini görüyoruz. Norveç+1 ve Finlandiya-1, 2 tane somut kesinleşmiş örnek.

(26 Temmuz 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 5

İçiçe geçmiş 3 parametre irdelenecek:

Bir: Apple kasasında, ABD hükümetininkinden fazla nakit bulunması.

İki: Dünya tasarrufunun dünya üretimini ve tüketimini geçmesi.

Üç: Ekonomik büyümenin ve tüketimin limite varması.

Açımlama:

Büyük ülkeler büyük ülke olmanın takıntısına saplanınca, istedikleri kadar borçlanabileceklerini ve finansal enstrümanlarla oynayıp borçlanmayı bedavaya, hatta üste para almaya getirebileceklerini sanır. O nedenle ABD, elinde nakit tutma gereğini duymuyor ve bunu 2 Ağustos 2011 kriziyle çok ağır ödedi. 11 Eylül 2001’den sonra, bu da yeni bir durum oldu: En zenginler de iflas eder ve aciz duruma düşer.

ABD’nin bu tip davranışını, diğer 2 parametre olumsuz yönde engelliyor:

Tasarruf çok büyük fonlarda toplanıyor ve bunlar ABD tipi dev ülkelerin ekonomik güçlerini geçiyor. (Gerçi bu fonlar, dünyanın en eksi zekalı ve en eksi bilgili CEO’larının eline veriliyor, ayrı konu.) Bunlar, yeni yeni reel metalara olmak üzere, istedikleri finansal enstrümana yatırım yapıp, geri çekip spekülasyon yapabilir duruma geliyorlar. Bir tek dertleri var: Arz-talep eğrisi belirsiz ve dengesiz. (Yani durum, ‘EC 101’de öğretildiği gibi basit değil.) A metasının talebini suni olarak B’den C’ye çıkarınca, fiyat da denklemdeki gibi, D’den E’ye çıkmıyor, kimi E’den aşağıda, kimi E’den yukarıda oluyor, sabit durmuyor. Bunu petrol ve buğday gibi en temel 2 metada, son 5 yılda global ölçekte izledik.

Bunun da bir nedeni üçüncü parametre: Her ekonomik dönem ve sistem bir limite varır. Sonuçta, 1 milyarlık G-7 vatandaşı biri, bir ev kurduğunda o dayanıklı mallarla 20 yıl hiçbir tüketim yapmadan yaşayabilir ki bunun için bir kriz olması gerekmez, genelde metalar artık öyle üretiliyor. Diğer bir deyişle, talep kilitleniyor. AB’nin ekonomik büyümesinin durmasının nedeni bu. A1 metasının yerine, A2 metası almakla sağlanacak fayda (utility), pratikte sıfır.

O zaman bu 3 parametreyi derlersek, ortaya hangi panorama çıkıyor?

İnanılmaz dar zamanlı, inanılmaz geniş bantlı, inanılmaz meta çeşitliliğinde fiyat oynamaları. Bunun sonucunu eblehler bile kestirebilir: İstikrar, istikrar arayanların eliyle ortadan kaldırılır. (Eskiden bu savaş ekonomisi ile yapılıyordu: Tüketim barışta olur ve savaş olunca, arz-talep kayışı borç yönünde işliyordu.)

Eskiden t1 zamanında zarar etsen bile, bu tür manipülasyonlar sana toplamda (t2, ... , tn zamanlarında) muhakkak kar sağlardı. Şimdi kolay kolay kimse pozisyon değiştirmediği için, kazara riskle oynayan herkes, eskisinin N katı zarara giriyor. Daha da önemlisi bu zarar, havuzdan buharlaşan su gibi, gidiyor ve yeri doldurulmuyor. (Bu, 1 dolar milyarderinin dünyaya 10 milyar dolar zarar vermesinden farklı bir oyun kuramı modeli, yine de ikisi de eksi toplamlı oyunlar.) Yani dünya ekonomisi, onu büyütmek isteyenler tarafından küçültülüyor.

Ancak, bu üçlü panoramanın resesyon veya stagflasyon yaratması gerekmediğini belirtmek gerek. Negatif durumun nedeni, oyuncuların ne tepki göstereceğini bilmemesi, çünkü bu yeni bir durum. Bu ‘muazzam boştaki nakit’, uyanık CEO’ların dışında da bazı riskseverleri zengin edebilir, muhtemelen etmiştir de. Piyasanın akortsuz seslerini iyi bilen kurt-negatif deneyim oyuncular, piyasanın bu zorlamalara hangi yöne yatarak tepki vereceğini, tümüyle sezgiyle hissedebilirler. Sonuçta bu makro-makro bir oyun ama dış sınırlar kesin olarak belli. Hepi topu 10 trilyon dolarlık bir ölçek. Yalnızca, daha önce kimse bu ölçekte düşünmeyi bilmiyordu. 10 trilyon dolarlık ölçek, 1 trilyon dolarlık ölçeğin 10 katı değildir, daha farklı birşeydir ve henüz onun nasıl bir şey olacağını bilmiyoruz.

Örnek üzerinden gidelim:

Varsayalım, anti-Noel Baba zenginlerin ve CEO’ların başına taş düştü, 1 yılda 1 milyon tane hizmet robotu ısmarladılar.

Ne olur?

Bilmiyoruz.

2. Sanayileşme’nin öncü altkültürlerinin mallarının ve hizmetlerinin arz-talep dengesi henüz çizilmedi. Önceki modunkiler de yavaş yavaş silinmekte.

Ancak bildiğimiz şu:

Fonlar ve CEO’lar, klasik / bilindik mallara ve hizmetlere yatırım yapma eğiliminde. Riski bile, risksiz alanlarda alıyorlar.

Soros zamanında, 1989’dan önce, Doğu Avrupalı bilimcilere 100 milyon dolar kaptırdığını kendi ağzıyla tiraf eder. (Bakınız: ‘Soros Soros’u Anlatıyor’)

O 100’ün 10’u bana gelseydi veya şu an böyle bir para gelse, ne yaparım?:

Sivri biri olarak, ‘Google-translate’ gibi bir alana yatırım yaparım ve bu gelecekte ekonomiyi küçültür.

Ortalama olanlar da, ne yaparsa yapsın, aynen bu olacağa ve olmakta oluyora benziyor.

Türkiye ekonomisinin reel olarak 1975’te ve 2010’da kabaca aynı olduğunu daha önce yazmıştım. Bunun bedeli olarak, % 1 aşırı yukarı çıktı, % 65 yerinde kaldı, % 33 (köylüler / çiftçiler) feci dibe vurdu.

Türkiye ekonomik olarak 1975’te dünyanın % 85’i ile aynıydı.  Türkiye ve onun gibilerin, o zamanlarki deyimle ‘gelişmekte olan ülke’ olması için, şimdiki Barnett deyimiyle ‘merkeze dahil edilmesi’ için, G-7 belki 100 trilyon dolar harcadı ve sonuç pratikte sıfır.

Ancak şimdi nefret var. Eskiden zenginlere karşı bu denli nefret yoktu. Liberalizmin en büyük başarısı, lümpen de olsa bir proleterya bilinçlenmesi yaratması (karşıtların diyalektiği için iyi bir irdeleme konusu). 7 milyarın en az 3,5 milyarı, hiçbir zaman vitrinlerdekilere sahip olamayacağına aymaya başladı. (Tüm bunların sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve sosyo-psikolojik nedenleri, ayrı ayrı epeyi metnin tartışma konusu olsa gerek.)

Dev Güliver, megalomaniye kapılarak, cücelerin ülkelerini alt üst etti. Cüceler devi kıstırdı ve bağladı. Güliver şu an aciz, 10 yıldır böyle.

Gitti Güliver’in kellesi.

(2 Ağustos 2010)

Yeni Ekonomik Parametreler 6

Suriye Hatay Cumhuriyeti’ni Satın Alıyor

Popülasyon Ekonomisi 1

Bir vaka çalışması:

Suriye İskenderun Sancağı konusunda 60 küsur yıldır cebelleşir durur. Şimdi yeni bir yol bulmuşlar.

“Hatay’a yaklaşık 2,3 milyar lira aktı. BDDK’nın istatistiklerine göre Mart 2010-Mart 2011 tarihleri arasında Hatay’ın TL mevduatı 1,4 milyar, döviz mevduatı ise 632 milyon TL arttı.”


Kaynak belli: Esad’dan kaçan veya kaçacak Suriyeliler’in, önce paralarını sağlama alma çabası.

2 milyara ne yapılır?

100.000 kişilik bir kent yaratılır.

İnandırıcı gelmedi mi?

Açımlayalım:

3 ayda, beheri 100.000 TL’den 10.000 ev, 1 milyar TL’ye satın alınır ve/ya yaptırılır.

Geri kalan 1 milyarla, tarla alınır, tarım yatırımı yapılır. Sınırın öte tarafının coğrafyasıyla bu yanınki aynı. Nehir bile aynı. Asi Nehri. Hatta, böylelikle Suriye tarafı bu tarafa daha çok su bile verebilir. (Oğul Esad, muhaliflerin göçünü, kalıp muhalefetlerine devam etmelerine yeğler, tüm liderler gibi.)

Dönelim gerçeklere:

Bu kayıtdışı bir paradır. Türkiye, vatandaşlarının parasını İsviçre’de ararken, kendi böyle bir şey yapınca, ‘bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ durumu olur.

Yine de ortada böyle bir olgu var. Gayet açıkseçik. Gayet ekonomik. Göreli olarak yeni, çünkü daha önce bu denli büyük ölçeklerde kaymalar olmazdı.

Başlık savını anımsayalım:

Bu parayla göçmen Suriyeliler ‘Hatay’ı yönetirler. Bizim Alamancılar’ın Berlin ‘Küçük İstanbul’unu yönettikleri gibi.

Evet, paranın dini imanı ve vatanı yok.

(2 Ağustos 2011)


Yeni Ekonomik Parametreler 7

Popülasyon Ekonomisi 2

Türkiye, yurtdışına ekonomik nedenlerle 2 milyon göçmen verdi. Türkiye, yurtdışından ekonomik nedenlerle 2 milyon göçmen aldı.

Giden 2 milyon kişi AB’de. Şimdilerde bol üremeyle 4 milyon ettiler.

Gelen 2 milyon kişinin dağılımı şöyle:

1 milyon eski Doğu Avrupalı, 500.000 n’inci kuşak Alamancı, 500.000 3. bahar AB’lisi.

Giden 2 milyon kişi 50 yılda 250 milyar dolar artı-değer sağladı. (Ancak bunun 100.000’i oturulmayan köy evi durumunda.) AB’de ise 75 milyar avroluk ekonomik güçleri var.

Gelen 2 milyon kişi, asgari ücretin yarısına çalışarak, yılda 4-5 milyar dolar ekonomik katkı (artı-değer) sağlıyor. Özellikle emek yoğun ve (inşaat gibi) ağır / (çöp toplama gibi) kirli işlerde yoğun çalışıyorlar.

Bu içe ve dışa göçlerin her ikisi de, Türkiyeliler’in iradesi dışında vuku buldu. ABD bunu bilinçli olarak, yılda 2 milyon göçmen alarak yapıyor ve daha fazla ekonomik girdi sağlıyor.

20. Yüzyıl’ın sonunda ve 21. Yüzyıl’ın başında siyasal ve kültürel istikrarsızlık artığı için, göçmen sayısında ivmelenen bir artış var. Türkiye her iki tarafa da göçün merkezi durumuna geldi. Yılda 250.000 kişi, doğudan batıya ülkemiz yoluyla geçiyor.

Ekonomik olarak bu göçler, ülkeye artı-değer sağlamış olabilir ama kültürel istikrarsızlıkta oldukça payları var, çünkü bu kadar çokluk / farklılık feçeş yaratıyor önünde sonunda.

Çok tuhaf olma yolunda bir ülkeyiz: Batılılar için kuburun dibi, doğulular için Paris.  (2 Ağustos 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 8

Felaket satın almak:

Bu, ilk kez görülen bir durum değil. Bazı kumarbaz yatırımcılar, krize de yatırım yaparlar. Tabii ki kriz, istikrar isteyen iktidar seçkinleri tarafından en son şık olarak bırakılsa da, felaketin kaçınılmazlığını öngörüp, bundan kazanç sağlamak da mümkün. Örneğin, 1994’de dolar 1 günde 3 katına çıktığında, köstebeklerden bilgi almadan bunu öngörenler, belki de tarihin en kısa sürede en büyük kazancını elde ettiler.

Ancak, yeni durum bundan başka: 2007’den beridir epeyi yatırımcı, kriz / risk felaket satın alıyor. (Bunun felaketi öne alması durumu, bir başka metnin konusu.)

Neden?

Eh, bazı denizciler denizin bittiğini geminin gidişinden görebiliyorlar. Yoksa, kimse 1929 Krizi’ni doğrudan yaşamış değil. Yine de, bazı bilgili yatırımcıların oradan ders çıkardığı muhakkak.

Felaket satın alma durumunda ne olur?

Reel emtiada ‘forward’ (ileri) alış artar. Dolayısıyla, ekstra talep nedeniyle, fiyat şişer.

Yani:

İnsanlar artık buğdayı yemek veya gelecekte yemek için depolamak için almıyor. (Zaten aldığı hiçbir reel veya sanal metayı görmüyor bile yatırımcı. Gördüğü yalnızca, uçuşan sayılar.)

Bunun 3 anlamı var:

Bir: Reel sektörün sanallaşması.

İki: Sanal sektörün oldukça zedelenmesi.

Üç. Bazı reel sektörlerin (inşaat gibi) çökmesi. Çünkü toplam yatırım, her zaman sabittir ve bilinir. Yani, dünyada kayıtdışı ekonomi çok ama miktarı kesin biliniyor.

Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar (yatırımcıların bu alanlara girmesine izin verilmemesini sağlamaya çabalayarak) bunu engellemeye çabalıyor ama zaten onların kuruluş nedeni bunu (yani sömürüyü) yaratmak (bunu Barnett söylüyor). Eskiden mali araçlar farklıydı, şimdi başka.

Çok küçük bir yüzdenin yaptığı biçimde, aslında felaketin önünün alınabileceğinin kanıtlanması ortaya çıktı. Bu yeni bir durum. Tamam Verhulst, bunu 1830’da matematik olarak kanıtlamıştı, yani yaşamda Malthus haksızdır. Piyasalar reel epistemi ancak kullanıyor.

Ortaya toplamda şöyle bir panorama çıkmış oluyor:

Kitlenin tamamı için, felaket ancak geldiğinde var oluyor. Tsunami dalgasını gördüklerinde, kaçma tepkisi veremiyorlar. Akil adamlar çok bürokrat ve yeni durumlara uyumsuz. Bazı hainler ve bazı çok bilgili kişiler, felaketi de bir bilgi aracı olarak kullanmaya başladı.

Yani:

‘Bir savaş olarak ticaret’, yeni şerhler kazanıyor.

Bu konuyla ilgili olarak, benim tarihten en sevdiğim anekdot şudur: Vikingler kıtlık nedeniyle Viking Çağı’nda Avrupa’nın altını üstüne getirirlerken, bir huyları varmış: Yeni karşılaştıkları bir toplumla önce savaş ederlermiş. Ancak yenemezlerse, onlarla ticaret yaparlarmış.

Felaket satın alanlar da, benim için yeni bir anekdot. Koloniyalizmin altın çağında zengin çocukları, en riskli bölgelerde ticaret yaparlarmış, sırf prestij kazanmak için. Bu, yeni felaket satın alıcılar da, benim için bir bakıma öyleler:

Boynumu kırmayı göze aldım, kar benim.

Onlardan öğrenilecek davranış şu: Bazı risksever insanlar, tuhaf davranışlar gösterdiğinde, bilin ki felaketin eli kulağındadır.

Bundan 10 yıl önce, ABD’nin kredi notunun düşürüleceğini herhangi biri yazsaydı, millet ona bir tarafıyla gülerdi. Ancak birileri buna göre pozisyon aldı.

Sonuç şu oluyor:

Barnett’in Krupp faşizminden öteye geçen ticari-askeri faşizmi, geri tepiyor. Çarşıdaki pirince giderken, evdeki bulgurdan oldular. Tüm dünyaya mal satacağız derken, asıl 1 milyarlık ve kişi başına yılda 50.000 dolarlık pazarı kilitlediler. Geri kalan 6 milyar kişi, kişi başına yılda 1.000-2.000 dolar getiri sağlayacaktı.

Bundan sonra ne mi var?

Karaborsa ve harp zenginleri. Örneğin birileri, Libya’dan 10 milyar dolarlık altın külçe aldı ve onlara silah verdi, kuşkusuz 1’e 5 karla. Antakya, Suriye vakası nedeniyle, 2 milyar TL kazandı (bu vakada bunun için özel bir şey yapılmadı, yalnızca uygun koşullar önceden de mevcuttu). (7 Ağustos 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 9

Kaos-Kozmos Karışımı Denklemler

19. ve 20. Yüzyıl kaos matematiğinin başladığı ve geliştiği dönemlerdi. 1840’ta Verhulst’un ilk denklemi kurmasıyla, yeni bir matematik alt-dalı kurulmuş oldu. Bu matematiğin alanı, hem aritmetiğe, hem cebre, hem de geometriye dağılıyordu.

Salgın hastalıkların, nüfus artışının ve orman yangınlarının durması ve durdurulması için, istatiksel matematik yeni modeller gerektirdi.

Bugüne kadar ikisinin karışımı, tam olarak denenmedi. Bildiğimiz bir durum var: Eğer kozmotik / düzenli bir denklem, kaotik bir denkleme belli bir fazda bindirilirse, kaosun genliği katlarına büyüyebilir.

Ben, nötral-kaotik bir gelecekbilimciyim. Yani, tamama yakın durumda hiçbirşey yapmam ki zaten gelecekbilimde kolay kolay kesin / istenilen bir sonuç elde edilemez, bu da yapısının kaotik olduğunu imler. Yapabileceğim tek şey, belli olağanüstü koşullarda, yalnızca benim yapabileceğim etkileri, yalnızca yangında ilk kurtarılacak şeyler için yapmaktır. Çünkü, sisteme yönelik makro etkiler, sistem tarafından soğurulur ve başka sonuçlara çevrilir artı onların ne olabileceği değil, ne olmuş oldukları bile belirsiz kalabilir. Diğer bir deyişle, ne Cengiz Han, ne de Atatürk istediği geleceği kuramadı.

Sorun, 5.000 yıllık tarih-dünya sisteminde, nötrlenmesi gereken ve potansiyel yıkım enerjisi olarak birikmiş, çok fazla müdahalenin birikmesidir. Bunun Freud bile farkındaydı.

Bu potansiyelleri deşarj edecek ve sisteme şırıngalanacak karmaşık-absorbsiyon denklemlerimiz henüz elimizde yok (bunlar sayesinde gelecek boşalacak). Onları tasarlamak peşindeyiz. Bu denklemler, karmaşık sayıların reel ve irreel bileşenlerden oluşması gibi, kaos ve kozmos değişkenleri bileşenlerinden oluşacak.

Kaotik denklemlerin görüntüsü için, Alexa’da herhangi bir sitenin günlük / haftalık / aylık tıklanma dalgalanmalarına bakın, çok düzensiz olduklarını göreceksiniz, onlar kaotik graflardır. Nedeni şu: Milyonlarca kişinin ne zaman hangi kararı alacağını kendileri bile bilmez. Gerçi bu bilinebilir ama uygun düşünce modelleri tasarımları aracılığıyla.

2013 Krizi’ni bildim ama olay 2011’de gerçekleşti. Bunun yorumu ne?

Bir olasılık şu: Makro etkili oyuncular, ikinci dipi yukarı doğru tırmanma aracı olarak kullanmak arzusunda. Başarılı olup olmadıklarını göreceğiz. Ancak benim izlenimim, yapılanların zaten epeyi kısalmış olan ‘oyun süresi’ni, daha da kısaltmaktan başka işe yaramadığı yönünde.

Diğer bir deyişle: Kozmotik etkiler, kaosu daha da arttıracak. Karmaşık denklemlerin elimizde olanları öyle diyor. Çünkü krizi yaratanlarla, krizi durdurmak isteyenler aynı oyuncular. Faz farkını tutturamazlar.

Bence 2011-2015 arası epsilon düzeyde yepyeni olgulara sahne olacak. Kaos geometrisi fraktal, yani kırınımlıdır çünkü. Sorun, sorun çözümü debelenmelerinden fırlayan, kendileri sorun yaratabilici, olgusal talaşların, kimin neresine çarpacağında ve ne hasar vereceğinde. Bu çarpışmalardan belli kıvılcımlar çıkacak, biz de onlardan ne olup bittiğini anlayacağız.

(10 Ağustos 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 10

Eski Kafaların Yeni Durumlara Karşı Tutumları

Deniz Gökçe iktisat öğretim görevlisidir. İmar Bankası’nın yönetiminde yer almıştır. Bankanın sağlam olduğunu söylediğinin ertesinde, banka batmıştır.

Kendisi yeni durumları şöyle açımlamaya çabalıyor:

“'İstikrar politikaları' yaklaşımında, sistemi riske sokan konuları vatandaşlarla konuşarak, risklerin doğru fiyatlanmasına yol açmak, etkili bir yaklaşım olabilir. Roosevelt'in 1933'teki 'Korkmamız gereken tek şey korkudur!' sözü bu tür bir yaklaşımdı. Bu sözler psikolojik tahribatı azaltmayı hedefliyordu.

Para ve maliye politikaları korkuyu ortadan kaldırmıyor, beklentileri tamir edemiyor. Böyle bir ortamda 'macro prudential' denen istikrar politikalarının devreye sokulması gerekli.”


Doğruları:

İnsanların iktisadi davranışlarını psikoloji de etkiler. Zaten makro krizlerde panik önemli bir öğedir.

Eksikleri:

Bu, daha önceden de bilinen bir durumdu.

Eğer, dengesi bozulan piyasayı dengelemek istiyorsak, yeni siyasetlere gereksinimimiz var.

Yanlışları:

Kapitalizm belli önkoşullarla zaten kendiliğinden kriz üretir.

Yeni ekonomik durumlar eski zihniyetlerle yönetilemez.

Sağduyu, yeni bir öğe değildir. Daha önce, tüketimci yaklaşım nedeniyle ciddiye alınmıyordu. Küçük yatırımcı için borsada kazanmanın tek yolu, uzun vadeli sağduyudur.

Toplarsak:

Daha önceleri kriz çıkaranlar yeni krizleri engelleyemez. Zaten engellemek de istemiyorlar. Yalnızca, yönetemedikleri öğelerin olmasını içlerine sindiremiyorlar.

Bu çok önemli, çünkü sık raslanan bir durum değil ve çok iyi gözlem yapma olanağı var.

Çıkarılacak ders şu:

Başkalarının yarattıkları krizleri çözmeyi denemeyin, bırakın altında kalsınlar.

Bir de.

Kriz çıkmadan çözmek, çıktıktan sonra çözmekten çok daha kolaydır. O nedenle, krizleri olmadan önce çözün. Çıkınca da, kenara çekilin.

(26 Ağustos 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 11

Profesyonel Lupen’lere Karşı Amatör Roubini’ler

Bilgi Orta Çağ’dan beridir entellektüellerin tekelindedir (ondan az önce din adamlarının elindeydi). Entellektüeller çoğunluk özgürlüğü değil, bağlanmayı seçerler. Para için tabii, çok azı için de statü için...

Entellektüel uzmandır. 20. Yüzyıl bir sürpriz olarak entellektüel anarşizmi (herkes bilim yapabilir’i) ve çokdisiplinliliği (bir konuda her şeyi bilmek yerine, her konuda epsilon bilmek’i) getirmiştir. Klasik skolastik akademisyen entellektüeller uzmandırlar ve ödeme için iktidar seçkinlerine bağlanmışlardır.

20. Yüzyıl’ın sonlarında ve 21. Yüzyıl’da durum değişti: Artık disiplinlerarasılık ve çokdsiplinlilik işlevsel. Bu işlev şudur: Bir konudaki bilgi’n, diğer konudaki bilgisizliğin’i de bilgiye dönüştürür. (Bunun için, ortak bir kavramsal çerçeve gerekir.)

Bu girizgah şunun içindi:

Ekonomi uzmanı olduğunu sanan Deniz Gökçe şöyle yazmış:

“1930'lu yılların Büyük Depresyon'u insanlığa ekonomide maliye ve para politikalarının neler yapabileceğini iyice öğretmişti. Bugün para ve maliye politikaları aşırı doz kullanılmış durumda. Ama korkuya karşı ne yapılabilir konusunda bilgimiz pek yoktu! Üstelik dünya binlerce 'amatör Roubini' ile dolu! Bu nedenle ekonomileri yönetenlerin yeni bir politika aracı üretmesi gerekti.”


Hem kendiyle çelişen, hem kendini yanlışlayan, hem de kendinden çıkışı gösteren bir uzman yanılsamaları dizisi...

1929 Krizi kapitalizmin kriz niteliğinin sürekli-baki olduğunu kanıtladı.

Kriz çıkması için tüm seçeneklerin kullanılmş olması gerekmiyor. Şimdiki durumda, şaşırtıcı biçimde, daha önce gül gibi kerizlenen oyuncular, birden durup, oyuna yabancılaştılar ve oyundan çıktılar.

Şu anda hiçbir yeni ekonomik-politika üretilmiş falan değil. Eski aletleri kıvırıp çevirip yeniden kullanma ısrarı var.

Asıl sorun şu:

1 milyon Türk borsada kerizlenince, hepsi amatör Roubini oldu. 10 milyar doları gömdüler ama çoğu bundan ders aldı. Gökçe ise, işin banka kanadında, 20 milyar dolar batıran bir bankada elemandı.

Kendisi hocam olmuş olsa da, yeni oyuncuları yeni silkelemelerden korumak gerek. Eskileri boşverin, onlar daha çoğunu da hak etmişlerdi.

Ayrıca amatörler, profesyonellerin bilgilerine taş çıkartıyorlar. Bakınız ben. Krizi 3 yıldır yazıyorum. (Bu arada krizlerin yaz tatili filan olmadığını kimse anlamıyor, gemi daha çok su alıyor yalnızca.) Göründüğü kadarıyla da, kimse dinlemiyor.

Olsun, ben devrilen küplerin altında ilk kalanları sırıtarak seyrediyorum. Daha daha kimler kimler altta kalacaklar, tahmin bile edemezsiniz: Bakınız FB A.Ş.

Dipnot:

“IMF Başkanı Lagarde, ‘Bu yaz ortaya çıkan gelişmeler, tehlikeli bir dönemde olduğumuzu gösterdi. Kırılgan toparlanmanın rayından çıktığını görüyoruz. Bu yüzden şimdi, harekete geçmeliyiz’ dedi.”


(27-28 Ağustos 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 12

NAFTA(lin) : 1 – Kokain : 2

Suçun Yeni Ekonomisi 1

Şu sıralar 10 milyonun üzerinde Meksikalı ABD’de çalışıyor. Yıllık sömürü / artı-değer, en az 150 milyar dolar eder.

NAFTA aracılığıyla Meksika ABD mallarının açık pazarı durumunda. Yıllık sömürü / artı-değer olarak ona da 150 milyar dolar diyelim.

Genellikle başka dolayımlardan geçerek gerçekleşse de, bu kez aradaki fark doğrudan ve açıktan suç ekonomisiyle kapatılmaya çabalanıyor.

Meksika, uyuşturucu pazarında ciro olarak bu işin bir numarası olan Kolombiya’ya yaklaşıyor. Kolombiya’nın yıllık uyuşturucu geliri 20, Meksika’nınki 10 milyar dolar. Meksika’nın geliri sürekli artıyor.


Suç, geçmişte muz cumhuriyetleri durumuna dönüşen Latin Amerika’nın yeni muz cumhuriyetliği biçimi olmuş. Sosyalist geçinen Venezüella başkanı Chavez, kokayı açıkça savunuyor.

Ancak, suçun oluşumu için ilginç bir olgu var: Yine bir Latin Amerika ülkesi olan Nikaragua’da devlet çöktüğü için, dünyada ilk kez 1980’lerde çocuk çeteleri oluştu. Düşünün ki bunlar şimdikilerin babalarından yaşlı durumda şu an. Şu anda dünyada suçun epeyisini (% 10’dan fazlasını) çocuklar işler durumda ve bu gelenekleşti.

Küçük burjuvaların, apartmanlarındaki kapıcıya eski giysilerini sokuşturan iyilikseverliği, oradaki aynı şavalaklığı, suça karşı da işliyor. Ülkemizdekiler de dahil olmak üzere, dünyanın tüm şavalakları, ‘ezilenler’ sayılanların suç işlemesini mazur gösteriyorlar. Çocukların suçu için de öyle yapıyorlar.

Bu eksi zekalı zaaf, birçok insanın suça dolaylı katkısını ve katılımını sağlıyor.

Bu davranış, bir burjuvanın devrim için kendi sınıfına başkaldırması değil. Bu, ne halt yiyeğini şaşırmışların; bilimi, sanatı, düşünü kafa üstü yere çakmasıdır. Bir sürü neden-sonuç ilintisi dizisi / ağı sonucu varılan nokta budur. Buna ‘dekadans’ (bozunum) denir.

Suç işlemekle sınıf atlama çabasındaki lümpen proleteryaya şunu anımsatalım: ‘There is always another bomb’ (‘Unthinkable’). Yani, senden daha çok suç işleyecek, yani sana karşı suç işleyip kazanacak birileri daima vardır. Ya da çocuktan daha masum ve dokunulmaz görünen birileri...

(28 + 30 Ağustos 2011)


Yeni Ekonomik Parametreler13

Suçun Yeni Ekonomisi 2

Uygarlığın çöküp barbarlığa yuvarlandığımızı, son birkaç onyıldır şu olgudan anlıyoruz:

Doğal veya yapay (insan eliyle oluşmuş) felaketlerde, aslında gereksinimi olmayan (küçük ve/ya lümpen) burjuvalar, talan ve yağma yapıyorlar.

“İngiltere’nin son yıllarda gördüğü en büyük toplumsal olaylarda, gözler gençlerde. Başbakan Cameron, sert mesajlarını bugün de sürdürdü. ‘12-13 yaşındaki çocukları yağma yapıp gülerken görmek miğde bulandırıcı’ dedi.”


Sonra da 11 yaşındaki 1 çocuk yağmadan tutuklandı. Bunu özellikle isteyen başbakandı, liberal bir başbakan.

Metin Yeğin, suç ve eşkiya edebiyatı paralayarak, durumu mazur göstermeye çabalamış.

“Brezilya’dan Londra sokaklarına kadar durum aynı. Benimseyin, ya da benimsemeyin, yağma ve kundaklama, 21. Yüzyıl’ın politik eylem biçimi.”


Öhhö, öhhöö... Hööö...

Tamam, devrim için her yol mübahtır. İster (devlet sürdürücü) Makyavel, ister (devlet yıkıcı) Neçayef olun, bu böyledir. Ancak, burada devrim sözkonusu değil, sınıf atlama sözkonusu.

Burada yine burjuva şavalaklığı sözkonusu. FKÖ’nün ve PKK’nin hiçbir zaman sol / marksist birer kurum olmadığını, 40 yılda anlayamadıkları ve onlara ayakçılık yaptıkları gibi, şimdi de varoşlara ayakçılık yapıyorlar. Aynen Gün Zileli’nin anlattığı gibi, gecekondularını onlar yatarken kendileri yapan öğrencileri, yine aynı zenginkondularını devlete ihbar etmesi gibi bir durum var ortada.

Metin Yeğin, savunduğu insanlar gelip çocuğunun ırzına geçtiğinde, ne hissedecek acaba? Ya da açmaza ayması için, illa ki bu mu gerekli? (O ‘güzel insan’lar, yapmadılar mı bunu?)

Son 5 küsur yıldır, suçun toplumsal bir alışkanlık olduğu bir semtte yaşıyorum. Gözlemlerim şunlar:

İnsanlar suç işlemeyi bile beceremiyorlar.

Asıl kazancı suç işlemeyenler kazanıyorlar.

Suç işleyen bu insanlar, kendi başlarına suç gelince, feryad-ı figan eyliyorlar. (Benim apartmandaki Çingeneler’in ayakkabılarını kapılarının önünden çalmışlardı, oradan biliyorum.)

Suç ekonomisi toplam yerel ekonominin % 5’inin üzerinde.

Bu durumlar, suçun yeni ekonomisi için, olgusal ikinci bır kesit sunuyor.

(28 + 30 Ağustos 2011)


Yeni Ekonomik Parametreler 14

Emtia Piyasalarında Piyasa Ekonomisi Neden Savunmasızdır?

Vedat Özdan şöyle yazmış:

“Teorik olarak bir emtianın spot fiyatı ile vadeli fiyatı arasında, emtiayı stokta bekletmenin maliyetinin (cost of carry) belirlediği bir ilişki vardır. Yani bugünün arzını ileriye taşımanın bir maliyeti vardır. Vadeli ve spot fiyat arasındaki fark normal piyasa koşullarında pozitiftir. Buna ‘contango’ denir.

Yine normal piyasa koşullarında ‘contango’, ‘cost of carry’den yüksektir; ancak uzunca bir süre çok yüksek olamaz. Çünkü teorik olarak bu fark açılınca, yani gelecekte arz kısıtının devam edeceğine dair beklenti artınca, fiyatı artan emtiayı üretmek cazip hale gelir ve gelecekteki arz böylece artmaya başlar. Bu yolla vadeli ve spot fiyatlar düşer.

Ancak çoğu emtia fiyat inelastiktir. Yani fiyat bugün yükseldi diye hemen, söz gelimi alüminyum arzı artmaz, artamaz. Üretimi artırmak için geçmesi gereken bir zaman vardır. Madenden çıkarma, rafinaj vs. gerekir. Buna ‘lead time’ deniyor. ‘Lead time’ birçok emtiada epey uzun.

O nedenle emtialarda piyasa ekonomisi kısa vadeli spekülatif fiyat hareketlerine karşı savunmasızdır. Yani arbitraj olanağı, müdahale edilmezse piyasa ekonomisinin kendi iç dinamikleriyle uzunca bir süre çözülemez.”


Öncelikle, yazarı kutlamak gerekli. Zor bir konuyu çok açıkseçik bir biçimde anlatmış. O nedenle, oldukça uzun bir alıntı yapıldı.

Ancak, yeni ekonomik parametreler açısından onun savlarına epeyi itirazımız olacak.

Önkoyutlar:

Bir: Ortada serbest piyasa koşulları falan yok. Bunu, serbest piyasa ekonomisi koşullarının farklı olacağı ve şimdiki dinamiklerin de farklı olacağı biçiminde yorumluyoruz.

İki: Ortada olan şey, doğru siyasetçiye yatırım yapmış çıkar gruplarının çıkarlarını (çalıştığı ekonomik alanı) gözeten bir devlet kapitalizmi yaşıyoruz ki bu var olanların / olmuşların arasında, en azından üçüncü çeşit bir tanedir. GATT veya WTO, tümüyle bunlar için çalışıyor. Kotalar hiç kalkmadı.

Üç. Borsa emtiaları hep vardı. İstenilse önlem alınırdı veya önlem en azından öngörülürdü. Önlemin alınamazlığı, yalnızca bağlı kuşun vurulmasıdır.

Dört: Karaborsa ve harp zenginliği hep vardı ve kapitalizmde de vardı. Karaborsanın olması için, mal arzının azalması gerekmediğini, Türkiye 1971975 emtia kuyruklarından biliyoruz.

Beş: Sonraki bölüm için asıl giriş konusu olan durum şu: Ellerinde 30 trilyon dolar olan özel ve/ya tüzel kişilerin ne yapacağını devletler bile belirleyemez. Eğer ne yapılacağını birileri öngörebilirse, önceden önlem alınır. Yapılabilecek olan bir dereceye kadar budur.

Gelelim metne (paragraf paragraf gidilecek):

Bir: Normal finansal borsada olduğu gibi, fiyat soyuttur. Gelecekteki fiyat pekala bugünkünden düşük olabilir. Oluyor da. Buna, spekülasyon da neden olabilir, talep düşmesi de. 2007 krizinden sonra birçok emtiada yaşanan talep düşmesiydi. Yani, ‘contango’ her zaman pozitif değildir.

İki: ‘Contango’ – ‘cost of carry (depolama da dahil)’ ilintisi bulanık durumda. Bazı dayanıklı malları öylece ortalığa bırakabilirsiniz. Yani, ‘cost of carry / keeping’ pratikte sıfırdır.

Üç: Emtia fiyatlarındaki inelastisite, yer ve zamana göre değişir. Ayrıca, hemen hiçbir emtiada üretim kapasitesi halihazırda % 100 düzeyinde seyretmez. % 70 üretim kapasitesini % 100’e çıkarmak, hızlı yapılabilen ve düşük maliyetli bir iştir.

Dört: Dolayısıyla, toplamda emtia piyasasındaki spekülasyonların da limitleri vardır. Bunu Eylül 2011’de altın fiyatlarında gördük. Diğer bir deyişle, ekonomide özel durumlar dışında asla ve kata sonsuz arz ve/ya talep olmaz. Çok kısa süreler içn bu öyleymiş gibi yapılabilir.

Genel sonuç:

Birileri, ekonomik parametrelerin değiştiğine aymaya başlamış. Bu sonuçta, ağır oyuncu devlet abilerin de, akil adamlar aracılığıyla, konuya ayacağı anlamına gelir.

Yeni durumlara hafiften ayan eski akiller, yeni durumlara karşı hala eski akılları kullanıyor ve aradaki fark şimdilik az olsa da, gayet net görünür durumda. Bu fark, önümüzdeki 10-20 yıl içinde birçok krize neden olacak.

Tersine varsayalım:

Eğer yeni denklemler uygulansa, krizler olmayacak mı?

Olacak olan durum şu:

Eski krizler, (şimdilerde en çok yaşanan durum olan) değişim farkı krizleri ve gelecek krizlerin etkileşimi, kaotik denklemler oldukları için herhangi bir yeran için kestirilemez ama yalnızca büyük sayılar kuramı kullanılarak, kaosun genliği hesaplanabilir. Dolayısıyla, yangının büyüklüğünü bilerk ona göre hazırlanırsınız (ekonomide koruyucu hekimlik uygulamasının hiç olmadığını belirtmek gerek).

Örnekleme:

Buğday üretimi % 10 oynayınca, bir biçimde fiyatlar ‘al tekke ver külah’ dengeleniyor ama buğday üretimi % 40-50 oynarsa ne olur, onu şimdiden bilemiyoruz.

İlginçtir ama buğday gibi ölümcül-yaşamcıl çizgisindeki bir emtiada bile, global üretim % 50 artabilir. Kanada ve Sibirya’nın eski donmuş, şimdiki bakir topraklarında, yeni genetikle üretilmiş tohumlarla yapılacak üretim, çok daha fazla artış getirebilir durumda.

Burada vurgulamdığımız nokta şu:

Yeni ekonomik parametreler, artık gelecek yolunun 2 tarafına da bakmayı gerektiriyor. Ya da başka bir deyişle, pozitif değişimler bile, negatif sonuçlar yaratabilir. Geçmişte bile, üretim fazlası nedeniyle çiftçiye toprağını ekmemesi için para verildiğini ve bunun uzun vadede herkese çifte zarar yazdığını tarihten biliyoruz.

(15 Eylül 2011)

Yeni Ekonomik Parametreler 15

Toplan(a)mayan Eksiler ve Artılar

Bunun için 2 uygun yeni vaka örnek var:

Bir: Türkiye Ekim 2011’de devalüasyon dalgası yaşadı. Bu sırada, TCMB’nda 90 milyar dolar rezervi ve özel bankaların yurtdışına 120 milyar dolar borcu vardı. (Üstelik, TCMB rezervlerinin önemli bölümü zaten o özel bankalardan gelme.)

İki: Norveç 1970’lerde Kuzey Denizi’nde petrol ve doğal gaz bularak, 40 yılda 570 küsur milyar dolarlık bir fonu kenara ayırdı.


Bunun yanısıra, Norveç devletinin dış borcu 558 milyar dolar.


(Bakınız: ‘Ekonomik Parametreler 2’)


Bunların ikisi de toplanmadı. Burada elmalar ve armutlardan değil, aynı bilançodaki borçlardan ve alacaklardan söz ediyoruz.

Aslında eski usül ekonomi ile, birinci vakada Norveç’in tapi olması, ikinci vakada bizim iflas etmemiz gerekirdi. İkisi de böyle olmadı.

Yalnız, burada yanıltıcı olan ve yeni-neo-liberalizmin (2007 Global Krizi’nden sonraki işe yaramayacak yeni taklaların) kullandığı hesaba göre, her 2 durum da sıfır toplamlı birer oyun olsalar bile, 1,5 trilyon doların KDV’si artı-değer olarak ekonomi kayıtlarına geçiyor: 300 milyar dolar. Bunlar sanal da değil, sahte hesap. Gerçek yaşamda er geç duvara toslayacak yani.

2007’den sonra, paranın yıllık olağan 2,5 veya 4 turluk turu, sigorta,  yeniden-sigorta, n.-yeniden-sigorta gibi, deli saçması ve kuyruğunu kovalayan yılan öyküsü gibi yöntemlerle, 10 katına yükseltilebildi.

Onun için söylüyoruz:

Dünya’nın reel GSMH’sı gösterilenin yarısı ve SAGP’nin (PPP) üçte biri durumunda yaklaşık.

Diğer bir deyişle, G-8’in % 99’unun (% 100 bakış açısıyla) % 80’i, asgari ücret düzeyinde gelire sahip. Doğrudur, AB’deki sosyal devlet ile, 4 kişilik ailenin 3’ü çalışır ve 1’i bu koşullarla okur ise, asgari ücretle de yaşanır ama bazı ülkelerde (hemşirelik ve öğretmenlik gibi) bazı meslekler uzun vadeli borçlanamaz durumda bırakılır, ekonomik yetersizlik nedeniyle.

Yani yaptıkları, Osmanlı-Türkiye son yüzyılından beter: 500 yıl dünyanın kanını iç ve sonra da orta sınıfına sokakta yatmasını söyle.

O nedenle Yankiler bile tırsmaya ve dünya devrimleri tarihlerini bir daha kurcalamaya başladılar.

Dipnot: Çok tuhaf ki ‘1949 Mao’ ve ‘1911’ filmlerinde bile Çin, kendi devrimini açımlayamıyor. Tam tersine ‘Konfiçyus’, çok iyi bir tarih dersi verici film oluyor.

ABD için ‘Bitmeyen Kavga + Gazap Üzümleri’, AB için ise 2. Fransa Devrimi versiyonlarını öneririm. Türkiye için ise hep birlikte söyleyeceğimiz, ‘yarabbim sen bilirsin, bu kaçıncı Cumhuriyet?’ arabeskini, kesinlikle Ceza rep ve Müslüm Baba arabeski düetinden, tüm ulusumuza hediye ediyorum; 29 Ekim hediyesi olarak değil, 10 Kasım yası olarak.

(31 Ekim 2011)


Bilgi Toplumunda Bilgi Metası

Önkoyutlar:

1.        Birinci Sanayileşme, 1750-2000 arasında tanımlıdır.

2.        Yıl 2000’de Birinci Sanayileşme, 7 milyarın 3 milyarı için tümüyle geçerliydi.

3.        İkinci sanayileşme, 1950-2200/2250 arası için tanımlıdır.

4.        İkinci Sanayileşme, yıl 2000’de 7 milyarın 1 milyarından azı için tanımlıydı.

5.        Birinci ve İkinci Sanayileşme, sonunda birleşip Tam Sanayileşme olacak.

Metin:

Birinci Sanayileşme’nin yanlış tanımlarından biri, üretimin daima tüketimden geri kalacağı yönündeydi. Bu, ancak % 10 oranında geçerli oldu.

Bilgi toplumunda (İkinci Sanayileşme’de) bilgi üretimi her zaman bilgi tüketiminden çok oldu. Belki, 2150-2250 arasında durum değişir.

Bilgi toplumunda bilgi metası, yanlış olarak patentlerle tanımlandı. Doğrusu, 9 öncü altkültürün bilgileriydi.

Burada, üretim-tüketim ilintisi nicel değil, nitel. Yani, öncü bilgileri üretenler bile, kimyacıların bir zamanlar Periyodik Tablo’yu bilmemesi gibi, ürettikleri bilgilerin ne gibi işlere yarayabileceğini, dolayısıyla ekonomik değerini genelde göremiyorlar.

Örneğin tıp robotları: 7 milyarın 1 milyarı yaşlılık nedeniyle bakım robotlarına gereksinim duyuyor. Bunun 200 milyonu G-8 ülkelerinde yaşıyor, yani ödeme yapabilir durumda. Tanesi 1.000-10.000 dolardan 200 milyar – 2 trilyon dolar arasında hazır (ve devletin ödemesi gereken) bir pazar var. Oysa, sosyal refah devletleri bile, bu yaygın kullanıma zihniyet olarak hazır değil.

Örneğin organ nakilleri: Çin, yılda 10.000 kişiyi uyuşturucu ile ilgili suçlardan dolayı idam ediyor ve tüm organlarına devlet olarak el koyuyor. Bunu tüm dünya yapsa, organ karaborsası ve kaçakçılığı ortadan kalkar ama yine zihniyetler buna hazır değil.

İronik bir örnek daha var: Devletler uzaycılığa on milyarlarca dolar harcadı. Tam sonuç alınacakken, konu tüm bilgileriyle özel sektöre geçti. Uzay çalışmalarının, yalnızca o alanda yapılabilecek araştırmalarla elde edilen icatlarla kendini amortilediğini belirtmek gerek. Yani devletler, (ideolojik / siyasal çekişmesel) zihniyet nedeniyle 1 trilyon dolar harcadı ve bunun 10 trilyon dolarlık potansiyel pazarını özel sektöre hediye etti. Özelleştirme açısından ters bir örnek ama yine de bir örnek.

(30-31 Ağustos 2011)

Etoburlar ve Otoburlar

“TEPAV Araştırmacısı Selin Aslanhan, hayvansal ve bitkisel gıda maddelerinin kişi başı tüketimiyle, OECD tarafından her yıl yapılan öğrenci değerlendirme (PISA) sonuçlarını karşılaştırmış.

Türkiye’de et yiyemeyen, ot ile beslenen çocuklarımızın dünya sıralamasında 53’üncülüğe düşmesinin beslenmeden kaynaklanabileceği sonucuna varmış.”


Türkiye eskiden hayvancılığın merkesi ülkelerden biriydi ama yine de ortalama et tüketimi yine yüksek değildi, çünkü o zaman etin büyük ölçeklerde korunması ve ve saklanması, artı ulaşım bu denli gelişmiş değildi.

İşin ekonomik yönüne bakalım:

Türkiye’de otgillerin kilosu yaklaşık 1 dolar civarında. Kırmızı et ise 15-20 dolar arasında. Kişi başına 70 gram hayvansal proteinden ve etteki % 20 protein oranından, 5 kişilik 1 ailenin 1 öğünlük et masrafı (1.750 gramdan) 35 dolar ediyor. Oysa, ekmeğin kilosu 1,5 dolar. Ye babam ye.

G-7 ülkelerinde ise durum tersine: Bazı sebzeler etten pahalı, çünkü onlar soğuk iklimli ve ülkelerinde bol sebze yetişmiyor.

Gelişim psikolojisi açısından bakarsak, ergenlik döneminde et yemenin insanları bedenen ve zihnen daha çok geliştirdiği bilinen bir durum.

Alışkanlıklar da sözkunusu. Bir ara tavuk eti, doların düşük değerliliği ve rekabet nedeniyle, uzun süre 2 dolar civarında seyretmişti ama et tüketiminde patlama olmamıştı. Bugün bir Yanki, sofrasında et bulunmayan öğün yese, kendini doymuş hissetmez.

Bugün durumun başlangıç için tek bir çözümü var: Devlet okullarda bilgisayar dağıtacağına, et ürünü dağıtır bedava olarak.

(12 Eylül 2011)

Görevimiz Tehlike: AB’yi Batmaktan Kurtarmak

En sonda söylenecek sözü en başta söyleyelim:

AB’yi ve avroyu, ekonomik olarak kurtarma çabaları, kaçınılmaz felaketi daha geciktirmek ve daha ağırlaştırmak demek olacak. Bunu eyleyenler de bunu biliyor. İstedikleri tek şey, kendileri iktidardayken felaketin gerçekleşmemesi: ‘Benden sonra tufan’ diyorlar yani.

Duruma tersten bakalım:

Fransa, İtalya, Almanya ve İngiltere’den oluşacak bir makro ekonomik güç AB’sinde durum farklı olur muydu?

Başlangıçta evet. Sonuçta hayır.

Evet: Çünkü, bu 4’ü daha dengeli yönetilen ekonomiler.

Hayır: Çünkü, tüm büyük devletlerin eşzamanlı olması gerekmeyen bir biçimde, iktisadi, askeri, kültürel (bilimsel, sanatsal, düşünsel) büyüme sınırı vardır. Azalan girdiler / geri dönüşler yasası, yalnızca ekonomide değil, tarihte de limit olarak mevcuttur.

AB, 500 senelik bir barbar kavimler göçünün üzerine, 500 senelik bir ‘koloniyal + kapitalist’ yayılmacılık döneminin maddi ve manevi artı-değerlerini, 2 dünya savaşına bir güzel gömerek, tarihsel artı-değerini sıfırladı (bilimin ve sanatın tarihte boşta yüzdüğü ilginç dönemlerden birindeyiz). Bunun üzerine getirilen barış ve birleşme; ataletleşme, statikleşme ve ‘bozunuma karşı burjuvazinin ölümcül ayırtsızlığı’nı yarattı. Son çıkış çabası 1968’deydi, tüm AB ülkeleri  o çıkışı çok vahşice boğdular ve Benjamin’in deyimiyle bir ‘son bakışta aşk’ oluştu. AB kitlesi, artık nostaljiperverlikten başka yapacak hiçbirşeyi bırakılmamış, Çehov’vari bir çöken ‘küçük burjuvalar’ safhasında.

Buna, diğerlerinin ekonomik disiplinsizlikleri eklendi. 25 ülkede AB dağılsa da, daha önce AB’den aldıkları reel sıfır ve eksi faizli kredilerle uzun onyıllar yolu ayakta sürdürecek ülkeler var: Slovenya öyle, Malta öyle. Ayaklarını yorganlarına göre uzattılar, Yunanistan öyle yapmadı, kafa üstü yere çakıldı.

Böylelikle global sistemlerin en büyük zaafı devreye girdi: Küçük bir negatif etki, diğer parametrelere büyüyerek aktarılabildi. Bizim, 1983-2011 arasında borçlandığımız 1 ve ödediğimiz 1 trilyon doların önemli bir bölümü anapara değil, faizdi. Şimdi de onlara öyle oluyor: Borçlanıyorlar ama sürdürülebilir uzun dönemli borçlanma yoktur, çünkü kabaca 1 yıllık GSMH’niz kadar borçlandınız mı, mucizeler dışında, onu artık ödeyemezsiniz. Tarihte iflas eden devlet çok. Asıl önemlisi, hemen tüm büyük devletlerin sonu, bu türden borçlanmalarla veya harcamalarla geldi.

ABD de aynı yolda ama onun uygulayabileceği zorbalık daha fazla, dolayısıyla daha uzun süre dayanacak. AB dürüst, battı mı bunu bilir ve söyler ama ABD inkar kültüne sığınır, sığınıyor da...

Gelelim son momente.

“İddiaya göre hazırlanan plan Avrupa Birliği kurtarma fonunun büyüklüğünü de birkaç trilyon dolara çıkarmayı içeriyor. Yani mevcut fonun büyüklüğünü 4-5 katına kadar çıkarmayı planlıyor Euro Bölgesi ekonomileri.”


Dünyada tasarruf veya sanal sektörün hacmi, dünya reel ekonomisinin 1 yıllık birikimini geçti ama onun da önemli bölümü faiz (eğer faiz eksiye düşerse, sanal sektör kendi kendine eriyecek, reel sektörde böyle bir şey olmaz, stok stoktur).

AB ve ABD piyasalara 10 trilyon dolar sürecek.

Kara para 10 trilyon dolar civarında.

20 trilyon dolar da yanar döner (sıcak paradan öte) para var.

Böyle bir finansal devinimin yıkamayacağı reel birikim / ekonomik güç yok, kendisi dahil.

1929’da yaşanan buydu ve belki 2029’da yaşanacak budur ama 2029 giderek 2019’laştırılıyor. (Bunu uzun dönemli gelecekbilim açısından olumlu buluyorum, geleceğe sıfır / nötr miras bırakmak en iyisidir, gelecektekilere seçme hakkı verir.)

2 dünya savaşı + AB oluşumu süreci, Avrupa hayalinin anlamsızlığını kanıtladı.

1929 + 2029 da, kapitalizmin sürdürülebilirliğini olmayana ergi yoluyla değilleyecek.

Sözünü ettiğimiz şey, 250 yıllık sanayileşme kapitalizmi veya 500 yıllık ‘koloniyalizm + sanayileşme’ kapitalizmi değil. 2.500 yıllık para ekonomisine dayalı dünya sistemi ve 5.000 yıllık bir gelecek için konuşuyoruz.

Yine de, son ekonomik bombanın pimini ne AB, ne de ABD değil, Çin çekecek ama şimdiden Çin emperyalizminden çıkış çatlakları oluştu. (Onların açılımı, başka bir metnin konusu.)
(26 Eylül 2011)

Tarihin Poposunu Çin’den Kurtarmak

AB etekleri tutuşunca, (aslında ABD denli, tehlikesine henüz bilinçlice varmadığı) Çin’in yardımına sığındı ama Çin tam Çin’liğini yaparak, önce kendilerini kurtaracaklarını beyan etti.


İroniye bakar mısınız?

Herkes Çin’i 1 numara sanıyor, onlar üzerlerine yıkılacak olan Nasreddin Hoca güğümlerini görmüşler, ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar. (Yahu şu Barnett, kendisine teklif edildiği üzere, gidip bir de Çin’e akıl verip, ABD gibi bir de orayı batırsaydı, ne eğlenceli olurdu.)

Daha çok ironiye bakar mısınız?

Çin, dünyanın kendisine zarar verebileceğine geç ayıp, kendisinin dünyaya verebileceği zararlara hala ayamıyor. (Hoş, aysa yine ortalığı yıkardı: Çin’in dünyadan maddi ve manevi alacağı (Cengiz Han ve afyon savaşı kıyımları), 2 atom bombası yemiş Japonya’dan daha fazla ama Çinliler için intikam dondurulmuş gıdadır.)

Bu arada Çin’de de bir kalemde 400 milyar dolar edebilen batıklar var:


Ondan ötesi henüz belli değil.

Global sorunumuz şu:

AB + ABD, Çin etmiyor. Aslında, fiilen dünyanın tamamı etmiyor.

Çin’in nüfusu dünyanınkinin beşte biri ama Çin’in her alandaki varlığı, dünyanın geri kalanının ortalamasından 5 kattan daha büyük durumda. (Bunun açılımı için de ayrı bir metin gerekir ama zaten Çin hakkında 10 cilt kitap okuyan biri bunu hemen öğrenir.)

En kaba hesapla parmak hesabı yapsak, Çin’in tamamı gerçek Çin’leşirse, dünya çölden beter bir yere döner.

Herşey faşist Nixon’un eski SSCB’ye karşı Çin’e gaz vermesiyle başladı. Öyle bir gazdı ki bu, Çin uzaya bile gitti.

2011 momentleriyle Çin, kabaca nötr bir ‘gelişim geleceği’ momentinde. Yani, başımızda 1,4 milyarlık kımıldamayan / kımıldamayacak bir kütle var. Geri kalan 5,6 milyar ne yapsa, o kütleyi kolay kolay devindiremez.

O kütle zamanla, AB ve ABD gibi, önce biraz kendi üstüne, sonra da tüm (askeri, iktisadi, kültürel, vd) ekolojinin üstüne çökecek, İkiz Kuleler gibi...

Diğer bir deyişle:

Çin’in öz hiçbirşeyi yok, 2011 momentiyle, hepsi arak ve taklit. (Ha, AB’nin geçmişte kendisinden arakladıklarını daha da geliştirip, Çin’e karşı kullanması gibi bir şey yapabilir, mümkündür, ayrı konu ama onun da ipuçları yok.)

Peki, araklayacak ve/ya taklit edecek br şey kalmayınca, Çin ne  yapacak?

Diğer devlerin yaptığını yapacak: Duracak.

Ne zaman mı?

En geç 2019-2029 krizi ertesi. Çin’in gıda sorunu çok büyük, su sorunu (büyük baraj sistemi nedeniyle) orta düzeyde.

Çin aç kalınca ne yapar?

Dünyayı yer.

Bu momentte duruyoruz ve kendi popolarıyla meşguliyetten dolayı bu durumu göremeyen AB ve ABD akillerinin eteklerinin tutuşmasına dek bekliyoruz.

Kıssadan hisse:

Yangının gidişatı, yangındakilerin neler yapacağına epeyi bağlıdır. Tabii, önce yangındakilerin yangında olduklarına aymaları gerek.

(26 Eylül 2011)


Economist: Korkun

‘Economist’ dergisi, 2012 için felaket kehanetinde bulundu ve bunun için 3 neden saydı:

“... Avrupalı liderlerin avroyu kurtarmak için bir anlaşmaya varamaması...

...

... Avrupa'daki felaket önlense bile, zengin ülkelerdeki kemer sıkma ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerindeki yavaşlama nedeniyle, dünya ekonomisindeki beklentilerde karamsarlık...

...

... Amerikalı siyasetçilerin mali konulardaki sorumsuzluğu ve riskli adımlarının iyileşmeyi tehdit etmesi...”


‘Economist’ korku uyarısında haklı, nedenler konusunda haksız.

Aslında temelde 3 neden var:

Bir: 60 trilyon dolarlık dünya GSMH’sına karşın, 30 trilyon dolarlık uluslararası ticaret var.

İki: Boşta gezen para da 30 trilyon dolardan çok.

Üç: Ülkeler, büyümeme veya küçülme nedeniyle batmaz, aşırı büyüme nedeniyle batar.

Yorumlar:

Bir: Dünya uluslarası ticaret hacmindeki küçülme, global ekonomiye 2,5-4 katına çevrilerek iletilir. Bu da en az % 10 küçülme demek.

İki. Boşta gezen paranın alıp satabileceği bir şey, reel emtia dahil, kalmadı. Dolayısıyla o paranın yönü de kalmadı, ne yapacağı belli değil, o parayı denetimlerinde tutanlar da, onu ne yapacaklarını bilmiyorlar.

Üç: Bu duruma gelinmesine, duralayan ekonomiye gaz vermek için, batık ‘mortgage’ kredileri türü gereksizliklerin pompalanması (üstüne üstlük batan kredilerin para basarak geri ödenmesi) neden oldu.

Bunları geçtikten sonra belirtelim:

Bu genel panorama bir ‘ilk kez gözlenen durum’. Akil adamların bile apışmasındaki neden bu.

Tabii asıl önemli neden, oto-kontrol ve inter-kontrol olmaması. Yunanistan ve İtalya denetlenmedi. CEO’lar denetlenmedi ve hala denetlenemiyor, maaşları hala artıyor. G-7 zaten öteden beridir denetlenemiyor.

Dünya Bankası ve IMF kurulurken bile işlevsiz kurumlardı, tıpkı Kavimler Cemiyeti ve BM gibi. Dolayısıyla, denetim yapacak bir üst-otorite yok ortada.

İşte burada, başıbozuklar ve ayak takımı giriyor devreye. Türkiye’de banka batıran genel ve şubesel müdürlerin en az üçte birini tanıyorum, epeyi BÜ mezunu ki ben de onlardanım, hiçbiri de yargılanmadı. Biliyorsunuz, hırsızlığa göz yummak da bir suç (bilmemek de bahane değil) ama onların hiçbiri yargılanmadı, yoksa on bin kişinin içeri girmesi ve piyasada finansal CEO kalmaması gerekirdi. Oysa, şimdi hepsi purolarını ve viskilerini keyifle içiyorlar, tabii yaşadıkları lüksün parası paralar o zaman yenilen ve cukkalanan paralardan geliyor. Bunu 100 veya 1.000 ile çarpınca, bakınız 1980-2010 arası neo-globalizm ve neo-liberalizm bilançosu oluyor.

Daha önce söylendi: En zengin % 1 siz de korkun, reel ve sanal varlığınızın sıfırlanması an meselesi. Haa, piyango % 10’unuza vuracak ama giderken yanlarında % 50’ye kadar varacak olan nüfusu da sürükleyecekler, çünkü bal tutan parmakları yalayanlardan nemalananlar ve onlara ekonomik açıdan bağımlı olanlar da çoktu.

Şimdiki TOKİ salgınının sonu için, Silivri’deki 100.000’den çok yazlığın şimdiki durumuna bakın yeter: Ekonomik ederleri, pratik olarak sıfır, eskiden 250.000 TL idi.

Sonnot: Şu an artık ne yapılabilir, inanın ben de bilmiyorum, çünkü kriz değişik bir açıyla geldi. Benim hesaba göre ben, tsunami dalgasıyla yükseleceğim, çünkü kriz dalgasına göre doğru açıdayım, yani hiç öyle olma heveslisi olmadığım halde, ‘kriz orta-zengini’ olacağım ama buna talih tarihçem hiç elvermiyor, sonuçta ikilemdeyim.

Korkuyorum...

(30 Eylül 2011)


Global Son Moment

Durum 1:

“2007’de 12 trilyon dolarlık ABD mortgage sektörünün 5 trilyon dolarlık düşük gelirlilere ait bölümünde meydana gelen bir arızanın daha sonra dünya borsalarından yaklaşık 40 trilyon doları silip süpürdü...”


Yorum 1:

Demek ki emlak piyasasında 1 / 10 gibi bir oran oluştu.

Durum 2:

“Dünya üzerinde 1 yıl içerisinde üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamı 63 trilyon dolar seviyesindeyken, spekülasyonların ana hedefi olan döviz sektöründe ise, şişen balonun büyüklüğü 955 trilyon doları geride bıraktı...”

Yorum 2:

Burada 1 / 15-20 gibi bir oran oluştu.

Durum 3:

“... ülkeler batmakta olan şirketlerini kurtarmak için dünya genelinde 3 trilyon dolara yakın harcama yaptı.”

Yorum 3:

Bu 7,5-12 trilyon dolar gibi bir oranlama ile global şişme yarattı.

Sonuç 1:

Bu oranlar, finansal piyasayı pratikte hükümsüz kılar.

Sonuç 2:

G-7 ülkeleri, kara parayı İsviçre’den söküp alırken, kendileri piyasaya kara para sürüyor durumda.

Sonuç 3:

Kazara biri akıl etse, bu karşılıksız paraları yönetirken, dünyanın tüm temel metalarının 6 aylık / 1 yıllık birikimini satın alabilir konuma gelindi. Bu durumda, kuşkusuz o anlaşmaları geçersiz sayacak bir müdahale sözkonusu olacak, çünkü o zaman konu askerileşecek ve ulusal savunmalar sözkonusu olacak. İşte, asıl büyük sonul fayı yaratacak olan çatlak burada başladı:

Dünya’nın tüm ekonomik sözleşmeleri pratikte geçersiz artık.

Bunun küçük sonuçlarından birini yazayım:

Devlet halkını aç bırakırken, mafya insanlara ekmek dağıtacak.

Devamını da siz tahayyül edin...

(3 Ekim 2011)

Son AB Momenti

“AB Komisyonu’nun yayımladığı bütçe gerçekleşmelerine göre 27 üyeli AB, geçen yıl 111,3 milyar avrosu Birlik içinde olmak üzere, toplam 122,2 milyar avro harcadı.

10 üyenin net katkı yaptığı ve 17 üyenin net alıcı olduğu bütçede...”


Bizdeki Batı-Doğu illeri yerine, onlarda merkez-periferi ülkeleri diye düşünün, durum aynen sürüyor demektir.

Burada ince ayrıntılar var onlara bir bakalım:

Verici ülkelerin para fazlaları var, klasik ekonomi açısından bakılınca, küçük ülkelere nakit aktararak, onlardan çok kendilerine yarar sağlıyorlar. Bu, üretim fazlası buğdayı denize dökmek veya çiftçiye üretmemesi için para ödemek gibi bir şey.

İkilemsel bir durum daha var:

En büyük 4 AB ülkesi için, ortalama aylık gelir 2.000 dolar veya 1.500 avro dolayında ve bununla 2011 son model teknoloji oyuncakları veya ev satın alınamıyor. Bu yetmiyormuş gibi, şu anda yapılan ise, bu maaşlı kişileri işten çıkarıp, yarı maaşa çalışacak 4. Dünya vatandaşları getirmek.

Oysa, statik ve dışa kapalı bir AB, eğer kendi vatandaşlarına yönelik, onların maaşlarını arttırıcı bir yönelimde bulunsa, bunu getireceği orta ve uzun vadeli kazanç ve ekonomik denge, o kocaman bütçeyi saçıp savurmaktan daha çok olurdu.

Periferi ülkelerinin Afrika ülkeleri gibi bir ikilemi var: Yüzyıllar  boyunca, büyük ülkelerce sömürüldüklerini düşünüp, bunu geri almayı hak sayıyorlar ama nasıl ki kölelik ticareti, Afrika’da AB’liler gelmeden önce de vardıysa, periferi ülkeleri için de böyle: Onların da büyük ülkelerden farkı yok, kendi iç iktidar kavgaları, tüm tarihsel artı-değeri gömmüş durumda.

Tarihsel artı-değerin artması, ya aktarımın sürmesi ve gelenekleşmesi ile, ya da icat türü artı-değerler sıçramalarıyla olur. Küçük ülkelerin böyle gaspedilmiş tarihsel artı-değerleri yok.

Şerh: Burada, Hollanda ve İngiltere Doğu Hindistan Şirketi’lerinin sonul iflas süreci tarihini okumak, ekonomiye yeni bakış açıları katacaktır. İronik olarak, Hobsbavm gibi birinin, 1789-1848 devrim tarihçesi dönemine, sanat alanında fotoğrafı katmayı unutması gibi, ‘dünya sistemleri’ciler’ de, ekonomi uzmanı ve kayıt tarayıcısı geçindikleri halde, bu makro olguyu hep gözden kaçırıyorlar. O 2 şirket, aynen bugünkü ‘mortgage’ şirketleri gibi, bugünkü değeriyle trilyonlarca doları, yanlış ekonomik politiklerle tarihe gömdüler, sonlarını da bu edim sağladı.

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Amatör Roubuni’ler, profesyonel Lupen’lere, tarihe zarar vermesinler diye, somut önerilerde bulunuyorlar ve onlar da gösterilen yönün tam tersine bakıyorlar. Nasıl ki onyıllar boyunca tek bir insan doğmasa, ekonomik durum kendi kendine düzelecekse, bu akil adamlar hiç işe karışmasalar, ekonomi kendi kendine yeni bir denge bulacak zaten.

AB ve ABD’nin batış rakslarının, tıpkı Hollanda ve İngiltere Doğu Hindistan Şirketi’lerinin batış raksları gibi, nüanslar içerdiğini belirterek sözü bağlıyoruz.

(3 Ekim 2011)

% 99 Dünya’yı Değiştirebilir mi? Nasıl?

ABD’de bazı eylemciler, kendilerinin % 99’u temsil ettiklerini ve dünyayı yöneten % 1’i yeneceklerini bildiren eylemler yapmışlar.


Değiştirebileceklerinin ipucu yine aynı yazıda: Daha önce gülerek karşılanan Michael Moore, ölüm tehditleri almaya başlamış. Bu durum genelde sonun başlangıcıdır ama her son şakkadanak sona ermez ne yazık ki. Tarih başarısız devrimlerle ve onları izleyen karşı-devrimlerle dolu. Hoş tarih aynı zamanda, başarısız karşı-devrimlerle ve onu izleyen devrimlerle de dolu ya, neyse.

Kitle genelde devrimleri başaramıyor. Tümevarımsal çıkarım değil, bir gözlem.

Neden?

Bir: Devrimler uzun sürer, dünya devrimlerinin sürdüğünden çok daha uzun.

İki: Devrimleri yapanlar, devrim olmasını isteyenler (yani devrimci) olmayabiliyor, astronotların uzaycı olmaması gibi.

Üç: Devrimler küçük ölçeklerde başlar ve belli bir zaman da öyle sürer. Burada ‘tek ülkede devrim’değil, daha küçük bir ölçekten söz ediyoruz. Komünal yaşamların uzun sürebildiği denendi ve gösterildi. Bağımsız ekonomik komünaller gerekli. Kültürel belli bir birikimi sağlamak için gerekli.

Dört: O zaman, 1 kuşaktan uzun süren ve onu başlatanları aşan bir iç dinamikle, uzun kuşaklar boyunca sürebilen bir süreçler dizisinin devreye girmesinden söz ediyoruz, demektir.

Gelelim gerçek durumun momentine:

Son 30 küsur yıl boyunca dünya, neo-globalizmin ve neo-liberalizmin pençesinde inliyor. Bu süreçler aşırı zorba, Hitler’den de, Stalin’den de. Zaten başarısı buradan ileri geliyor. Kullandıkları da dezenformasyon. Kitleler, zaten inanmak istedikleri için, ‘en büyük yalanları söyleyenler’ kazanıyor durumda.

Şimdi:

Bir: Yalanın yerine gerçeği koymak zordur. Bunu yüzyıllardır süregelen din-bilim savaşından biliyoruz.

İki: Kitleleri uzun süreler boyunca düz bir çizgide yürütmek zordur.

Üç: Kitleler cemaat olabilir ama kolektif olmayı uzun süredir unuttu. Kitleyi kolektif çıkarları bireysel çıkarların önüne koymayı ikna etmek çok çok zordur. Burada zayıf halka şu: Şu anki bireysellik kitlesel, yani ondan vazgeçilebilmesi için, daha büyük bir yalan söylemek gerekir, gibi bir ikilem sözkonusu.

O zaman: Kitleyi bırakıyoruz, azınlığa bakıyoruz: İkinci Sanayileşme’nin öncü altkültürlerinden olan uzaycılığa katılımı global nüfusta yüz binde bir, ölümsüzlüğe katılım yine yüz binde bir oranda. Dikkatinizi çekerim: İnsanların tamamına yakını, ölümsüzlüğün yasaklanmasını istiyor, bunun araçlarının da. Demek ki daha küçük oranlarda 7-700 kişilik komünler sözkonusu olacak, o zaman direnç azalıyor.

Nicelik sorunu bu. Nitelik sorunu ise, her kültür / altkültür / alt-altkültür için ayrı bir komün kurmak gerek. Asimov’un gösterdiği üzere, her konu için birden çok komün gerek ama o lüksümüz yok henüz, ancak kendiliğinden kurulmuşsa sorun yok.

Bildiğim kadarıyla gerçeklere gelelim: 9 temel ve 1.000 toplam / küsuratlı alanda 100’ün üzerinde altkültür olduğunu internetten izliyorum. Şu anki G-7 demokrasileriyle bunlar yok edilmek istenmiyor, yalnızca yönetilmek isteniyor.

Bunlar tarihi değiştirecek kuşkusuz ama ikilem şu ki bunlar hümanist değil, trans-/, post-, meta-hümanist, yani insanlığı değil, geleceği kurtamaya çabalıyorlar ve 5.000 yıllık tarihinin gösterdiği üzere, insan türünün bunu yapamayacağını düşünüyorlar.

Ancak o % 1’lik azınlık uyanık. O 1.000 komünün en az yarısını denetim altına şimdiden almış durumdalar, tekno-liberal fütüristler bunun örneği. Zaten para da daha çok onlarda, finans sorununu strateji kurumları kurarak çözüveriyorlar.

Demek ki daha çok süre gerek. İkinci Sanayileşme’nin 50. yılındayız. Birinci’nin olgunlaşması ve yerleşmesi 100 yıl almıştı. Somut-makro-global krizler nedeniyle, bu yeni olanı 150 yıl alabilir, demek ki 2100 vadesinden söz ediyoruz.

Kestirebildiğim kadarıyla 2100’de, değişime karşı dirençler  kırılmış, süreçler kalıcılaşmış ve 10.000 civarındaki komün civarındaki komün, global ölçekte rekabete girecek durumda olacak.

Benim devrim ve % 99’un kazanması tasarımım böyle bir şey ve değil ölüm tehdidi almak, şimdilik ciddiye alınmıyor bile ve bundan dolayı çok mutluyum, böylelikle kitlenin toplu bilinçaltına sabit-değişmez enformasyonlar enjekte edebiliyorum, epsilonar epsilonar.

Miting yapmak da bir yol, yalnızca düşünce eylemi de bir yol. Kimin daha geçerli olduğu çok değil, 15 yıl sonra, henüz ben sağken bile belli olacak.

O zaman görüşürüz sevgili kitle. İyi gelecekler. İktidar seçkinleri, siz bana tınmayın, ‘cehennemcilik çocuk oyunu’nuza devam edin lütfen, teşekkürler.

(6 Ekim 2011)

Türkiye = 1 / 200 Nüfus = 1 / 2 Mevduat

“Yurtiçi ve yurtdışı yerleşiklerden oluşan 42 bin 708 milyoner mudi hesabında, toplam 319 milyar 85 milyon TL bulunurken, 50,8 milyon mudinin 10 bin TL’ye kadar olan hesaplarda tuttuğu mevduat miktarı, 34 milyar 852 milyon TL’yle sınırlı kaldı.”


Yani o ünlü azınlıktan her 1 kişi, kişi başına ortalama mevduatın 100 katını elinde tutuyor.

Bunu 3 liberalizm dalgasına borçluyuz.

Peki, bu 42.000 küsur kişi bu paraları kazanmak için ne yaptı?

İcat mı yaptı?

Hayır.

Çok mu çalıştı?

Hayır.

Çok mu tasarruf yaptı?

Hayır. (Ortalıkta 100.000 TL’lik 42.000 küsur 4x4 araba var örneğin.)

Ne yaptı?

İktidara yakın oldu. İhale kaptı. Borsada içeriden tüyo aldı, manipülasyon yaptı. Krizlerde tefecilik yaptı. Vd, vb, vs.

Geri kalan 199/200 kişilik güruh, 28 yıllık yanılgılarına karşın, hala o 1 / 200’e girebilme umudunu yitirmedi.

Ne zaman ki 1’i yiyip 199’u bakınca kıyamet kopacak, o zaman tarih başlayacak.

Tüm gelişmelere karşın, o zamanı henüz çok yakın görmüyoruz.

Gerçek açlığın 6. ayı ile 1. yılı arasında bir zamanda bıçak kemiğe dayanır, ona da epeyi zaman var daha. (Örneğin, İstanbul jentrifikasyonu projesini yedirirlerse, isyan 20 yıl daha ertelenir.)

(9 Ekim 2011)

Deli Dumrul Yanki

Dünya’nın akil adamları toplanıp Türkiye’de gelecek simülasyonu yapmışlar.

Uzun bir alıntı:

“Masada Türkiye, ABD, Irak, İran, Rusya, Almanya, Suudi Arabistan, Azerbaycan ve Gürcistan devleti. Durum olağanüstü, petrolün varil fiyatı 200 dolara çıkmış, masadakiler çözüm üretmeye çalışıyorlar. Toplantının sonucunu söyleyeyim önce:

Toplantı boyunca, herkes eteğindeki taşları döküyor, orta yol bulunamıyor ve toplantı bitmeden petrolün fiyatı 250 dolara çıkıyor.'
İkinci bölümde de, petrolün varil fiyatının 30 dolara düşmesi üzerine yine devletler masaya oturuyor ve çözüm bulmaya çalışıyorlar. Yine baştan söyleyeyim, çözüm bulunamıyor. TÜSİAD enerji satrancı oyununa ev sahipliği yaparken, amaç şuydu: Olası bir sorunda 'hangi devlet nasıl bir tutum izler, hangi hamleleri yapar'ı ortaya koymak. İlgimi en çok, masadaki ABD temsilcisinin sözleri çekti. Petrolün varil fiyatı 200 dolara çıktığında ABD temsilcisi diyor ki: 'Bölgesel çalkantılar özellikle Kafkasya'daki ABD'yi etkiler çünkü petrol ve doğalgaz için ABD önemli yatırım yaptı. İstikrar için ABD, bölgeye geri dönebilir.'

Petrolün varil fiyatı 30 dolara düştüğünde de, üretici ülkeler büyük sıkıntı yaşıyor. Dolayısıyla bölge karışıyor. Ve ABD temsilcisinin sözü:

'İran'ı nükleer programda çok da rahat sustururuz. Bu arada bölgesel güvenlik gerekçesiyle bölgeye geri dönebiliriz.’”


Komik adamlar şu Yankiler:

Kore’de yenildiler, doymadılar; Vietnam’da yenildiler, doymadılar; Irak’ta yenildiler, doymadılar; Afganistan’da yenildiler, doymadılar.

Şimdi de Irak’tan çıkıp, Suriye’e ve İran’a girecekler. (Mısır’da onların yüzünden, Hristiyan-Müslüman din iç savaşı başladı bile.)

Ne olacak? Kazanacaklar mı?

Hayır.

Sonunda ne olacak?

Eski sömürgeleri olan Meksika’nın ve Kanada’nın yeni sömürgesi olacaklar.

Simülasyon yapacaksan, maçın sonunu da söyleceksin.

Bize ne olur?

Meksika ve Kanada çok uzak. Bizle ilgilenmezler bile. (Kanada, Almanya gibi, göçmen işçi alır belki, çünkü o yola girdiler.)

Eski Osmanlı ülkelerinden hiçbiri, dünya devleti olmaya ‘aday adayı adayı’ bile değil henüz.

Yaşayacağımız şu:

3 liberalizmle varmaya çalıştığımız, dünyanın 10. büyüklükte ekonomisi olma durumuna, sosyal demokrasiyle bugüne kadar zaten çoktan gelirdik. Örneğin, eskiden halkımız çok tutumluydu, dünya rekoru düzeyinde, % 25-30 oranında tasarruf yapıyordu. Şu an aynı şeye yeniden başlasak, en geç 15 yılda, yine aynı konuma geliriz ama 4. liberalizmle TC diye bir ülke bile kalmayacak.

Dağılan ABD’nin yanında, ‘dağılan küçük ABD – dağılan küçük Türkiye’.

(10 Ekim 2011)

Kriz ve Enflasyon Tarihi

Nobel ödülü kazanan Christopher Sims’in uzmanlık alanı ekonomi tarihi imiş. Onun ekonomik tarihi grafikle şöyle:

“1600'den 2000'lere, 400 yıllık süreçte İngiltere, ABD, Fransa ve Kastilya adıyla İspanya'daki fiyatların geçmişten bugüne seyrini gösteriyor. Özellikle 1900 yılından itibaren fiyatlar hızla bugünlere değin yükselişini sürdürüyor.”


Grafiğe bir itirazımız var: ABD’de fiyatlar 100 yılda, 35’er yılda 5’er katıdan 125 katı civarında olmuş. Bunu ABD almanaklarında görüyoruz. Grafik yalnızca 10 katı diyor, yanlış.

Grafiğin çok önemli bir göstergesi var: Savaş ve devrim zamanlarında fiyatlar uçuyor. Tarihin en kısa sürede en büyük fiyat artışı, dünyanın ilk devrimi Fransa 1789’da olmuş.

Grafik şunu da gösteriyor: Fiyatlar artınca, büyüme de artar ama reel anlamda ücretler artmaz. ABD’de 1968’den beridir reel birim maaşlar geriliyor.

Sonuçta bu süreçle, tüm birikim % 1’in elinde toplanıyor. Uzun vadede onların % 90’ı paralarını ve tarihsel birikimi sıfırlıyor. % 10’u ise, Rockfeller gibi birikimlerini sağlam yatırımlarla koruyor. Eğer paran çoksa ve sağduyulu biri isen, ne yapsan o para bitmez, çünkü sistem senin lehine kurulmuş, ücretlilerin değil. Yine de o batanların batması, kazandıktan sora, oyun tarzlarını değiştirememeleri nedeniyle. Yani, oyunda önce kapitalistmiş gibi yapacaksın, baktın yeterince kazandın, acilen oyunun dışına tüyeceksin ve klasik-statik yatırımlara döneceksin.

1971 ve 2006 Türkiye reel GSMH’larının eşit olduğu saptamam geçerli. (Kişi başına dolar bazında gelir binden beş bine çıkıyor ama dolar da beşte birine iniyor.)

Zaten bu benim yaşantımdan belli: Televizyon yerine PC olmak üzere, 1971 ve 2006 ev düzenim aynı. (Bu arada, cep telefonuma konuşmalar için ayda 5 TL filan ödeme yaptığımı belirteyim, üstelik onu iş için kullanıyorum.)

Türkiye için de değişen tek şey özel arabalar ki onlar ekonomiyi büyütmez küçültür.

(Bunların farklı ölçeklerde tüm dünya için geçerli olduğunu düşünüyorum: Neo-liberalizm ve neo-globalizm, reel büyüme getirmedi, yalnızca gelir dağılımını aşırı bozdu.)

Türkiye son 35 yılda 3 makro fırsatı harcadı: 1983’ten sonra aile başına çocuk sayısını 1 düşürmiyerek, Alamancılar’ın yatırımlarını köye ve yeşil sermayeye heba ederek ve otomobil gibi üretmeyen yatırımlara para israf ederek. Toplam kaybımızın 500 milyar doları aştığını söyleyebilirim ve bu kadar bir yatırımla, biz gerçekten dünyanın 10. büyük ekonomisi olmuştuk çoktan.

Dipnot: Bu ödülle, dünya kapitalistlerinin de, marksistler gibi, dünya sistemici yaklaşımı benimsediği kanıtlanmış oldu. O yüzden, tüm marjinallerin şimdiden sistemin dışına kaçması gerekli.

(11 Ekim 2011)


Mesai Öldürür

“Çalışmak; içki, uyuşturucu ya da savaştan çok daha fazla insan öldürmektedir. Her yıl yaklaşık iki milyon insan, işle ilgili kazalar ve hastalıklar yüzünden hayatını kaybediyor; buna karşın savaşlarda her yıl 650 bin kişi ölüyor.”


Yaa, işte böyle.

Yani o ünlü % 1, kalan % 99’u sömürmüyor, katlediyor.

Dünya yıllık ölüm sayısının 42 milyon civarında olduğu düşünülürse, iş ölümleri ölüm nedenleri arasında % 5 gibi bir oranla üst sıralarda yer alır.

Bu arada, ölüm nedenleri arasında, ilk 2 sıradaki kalp hastalıklarına ve kanserlere, 50 yıllık iş stresinin yaptığı katkıyı hesaba katmıyoruz.

Sayın % 1 mensupları, sayıyla kendinize gelin.

(11 Ekim 2011)

İsyan Ekonomisi

Tarihteki halk isyanları üzerine, internette genişçe bir okumadan sonra, vardığım genel kanı şu oldu:

Önce güçlü bir istila gerek: Bu, iç otoriteyi sarsar. Bunu tüm BOP projelerinde görüyoruz: Yani, istila var, en alasından.

Sonra güçlü bir salgın gerek. G-8’den sonraki G23 (ya da geriye kalan G-15) ülkelerindeki ekonomik verim çağındaki 1 milyar nüfusun 200 milyonunun ölmesi gerek. Şimdiye kadar gelecek için hesaplanan (kuş gribi ve benzer nedenlerleki) en geniş ölüm salgını 350 milyondu ama global olarak. Yani, bu da olabilir. Ya da oldurulabilir.

Geri kalan koşullar hazır: Ücretler artmıyor. Emeklilik ve mesai koşulları türü kazanılmış haklar geri alınıyor. İşsizlik artıyor. Sömürenlerin adaplarına çüş demeye de niyetleri yok.

Koşullar olgunlaştı mı peki? Hayır.

Eksik olan ne? Beyin. Beyinler. Beyinler grubu. İşlevsel beyinler grubu.

Wallerstein, Attali, Chomsky, vd, vb bilgili ama etkisiz insanlar. Carlos, Halid, Unabomber gibi etkili olabilecekler ise, fırsatı çok kolay harcadılar, yani beyinsizlik ettiler.

Devrimden yanayım. İsyandan yanayım. Ancak bu ayakla ve bu başla bu gövde, bu savaşı henüz kazanamaz.

Gelelim, başarılı veya başarısız olacak bu isyanlar dizisinin global ekonomik maliyetine, bunu 50-60 yıl için 100 trilyon dolar tahmin ediyorum.

İlginç bir biçimde, bu ekstra etken, asıl makro-kriz etkenler (kuraklık, vd) ile hiçbir biçimde kestirilemeyecek bir etkileşime girecek. Heyecanlı bir kaos olacak ama yakınında olmamak kaydıyla.

Geleyim kendi gelecekbilimime:

Spartacus’tan Bedreddin’e iyi bir okuma yapmış 10-100 kişi bu kıyıma girecek ve 1-10 tanesi sağ kalacak. Eğer ki onlar 2. kuşak isyan için halkları eğitirlerse ve halklar da onları dinlerlerse, bir umut ortaya çıkar. Burası sorun sayılmaz.

Asıl açmaz-sorunsal şu:

20. Yüzyıl 9 tane insan-olmayan çıkış yolu gösterdi ve 21. Yüzyıl’da şu an nüfusun en eliti %o 1’i onları izliyor. Eski koşullarda bu insanlar devrim sürecine katılırlardı, şimdi gidecekler. (Tabii uzay gemisini kaçıracaklar ve tam 32 kısım tekmili birden bir facia da orada yaşanacak.)

Yol çatallandı ama evrim ve evrim-öte düzeyinde, tarih düzeyinde. Bu koşullarda tarihin bitmesinin veya başlamasının pratik ve epistemolojik hiçbir geçerliliği yok.

Tabii, sonuçta deney deneydir. O nedenle, bendeniz muhtemelen danışman veya vakayi nüvis olacağım, ölene kadar. 22. Yüzyıl, kazanmanın kesin koşullarını edinecektir, emin olabilirsiniz.

Gerisinde, hepimiz tarihin kobayıyız beyler. O şavalak Jobs’ınız da, geh bili bili Bill’iniz de öyle.

“Ahmakları özgürlüklerinden koparacak, hapishane gibi bilgisayarların öncüsü Steve Jobs öldü.”


Evet, mezbahanın neresinde kalmıştık?

(11 Ekim 2011)

ABD Dişlerini Gösterdi

“ABD'de Senato, para birimi yuanın değerini dolar karşısında suni olarak düşük tuttuğunu savunduğu Çin'i ticari olarak cezalandırmayı hedefleyen tartışmalı yasa tasarısını kabul etti.”


Papazın dediğini yap, yaptığını yapma: Siz, doların şu andaki değerinin gerçek değeri olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bas doları, sür piyasaya, düşür değeri.

Bu olay bir ilk: Yani, 18. Yüzyıl Yanki çay partisinden sonra.

Kendi tarihlerini okumamanın bedelini Yankiler ağır ödeyecekler. ABD bağımsızlığını kurarken, Fransızlar olmasaydı, görürdüm onları.

ABD’yi Çin’e karşı kim destekleyecek? Rusya mı? AB mi? Japonya desen, can derdinde. Kim kaldı geriye?

ABD-Çin çatışmasının 2010-2020 arasında olacağından emindim ama bunun 2011’de başlayacağından hiç emin değildim. (Tarih / olayların akışı giderek hızlanıyor.)

Bilmem ayırdedebiliyor munuz?:

Dünyanın bütün çıkar ve açar yolları teker teker tıkanıyor, sırf inat yüzünden.

Sonuç ne olacak? Kendim ettim, kendim buldum, krizi.

Avamlar, bu durumda daha kolay başkaldıracak. Onlar da, Fransa Devrimi’nde kralın Almanya’dan aldığı yardım gibisini yapacaklar, güçlerini birleştirecekler ve bu yalnızca sonlarını geciktirecek ama epeyi katliam yaşanır gibi.

Doğrudur, büyük bir tarihsel dönemin sonuna geldik ama başka bir sorun daha var: Biten büyük dönemler 3 tane filan ve başlayan büyük dönemler de 2 tane filan (küsuratı es geçtik).

Tamam yollar çatallanıyor ama tarihte trafik polisi yoktur, hangi yolun doğru olduğunu göstersin. Gelecek boştur. Yani, o vardır ve onda ‘kesinkes belirlenebilirlik’ gibi, bir mekanik determinist gelecekbilim işlemez, işlemiyor da. Ayrıca, yumurtayı çekiçle kırarken, çekicin yumurtadan kalan enerjisi, başka şeyleri de kırıyor tabii ki. O nedenle tarihte bilim, bazan ‘durup dururken’ gibi görünen bir biçimde, kafa üstü çakılıyor.

Buraya kadar tamam. Makro etkenler, artık sonul olguları sergilemeye başladı. Peki ama toplamları aslında 1’in tama yakın kesrini oluşturan küsurat (2. – 10. Dünya, marjinaller, ayrallar, vd, vb) ne yapacak?

Tamam, garibim deliler, zaten dünyayı şeşi beş görüyorlar.

Osmanlı’da cephede en önde, akıncıların da önünde, deliler varmış. Adları deli, kendileri deli değil, savaşçı; ordunun nizami giysilerine, hatta savaş biçimine uymazlarmış. (Hani, 2. Dünya Savaşı’nda, ABD’nin Normandiya Çıkartması’nda kullandığı, ABD doğumlu Japonlar’ın, en ön safta savaşıp, şemsiyeli olarak, sahilde katır katır adam doğraması gibi.) İşte, bizim şeşi beş deliler muhtemelen, önümüzdeki savaşın en ön cephesinde, o mecazi delilerle aynı safa düşecekler.   
(13 Ekim 2011)

Yunanistan Artık Kötü Örnek

Yunanistan’ın 350 milyar dolarlık borcunun yarısı olan 175 milyar dolar silindi.


Herkes, bunu global ekonominin toparlanması açısından olumlu bulabilir ama bu hırsızın hırsızlığının cezalandırılmaması anlamına gelir ve emsal oluşturur: “Çal ve ödeme.”

Bu daha önceki devletsel konkardatolardan farklı bir durum: Yunanistan meclisinde muhalefet de iktidar da paraları birlikte yediklerini kendi ağızlarıyla itiraf etmişlerdi.


Tabii bu yeme, aynı bizdeki gibi, lüks makam arabaları, bol harcırahlar biçiminde tezahür etti.

İflas eden banka ne yapılır? Yönetimine el konur.

İfas eden devlete ne yapılır? Yönetimine el konamaz. Darbe sayıldığından, demokrasicilik oyunundan dolayı konamaz.

Bu da Yunanistan’da eski hamam eski tas demek olacak. Ya da: Alışmış kudurmuştan beterdir. Biz de de öyle değil mi? (28 Ekim 2011)

Kişi Başına Harcama 2010

“Türkiye’de kişi başına milli gelir 2010 yılı sonunda 15 bin TL’yi geçerken, kişi başına harcanabilir gelir rakamı 6 bin 42 TL’de kaldı.”


Ayda 500 TL. Bozdur bozdur harca. Bu paranın asgari ücretten düşük olduğunu vurgulayayım.

Olağan oran % 60-70 olur. Bizde kaç? % 40. Gerisi ne, diye sorarsanız, tabii ki borç. Borsanın ve bankaların cukkası. İthalat. KDV iadesi bile kurtarmayan, zararına ihracat için ara mallar ithalatı.

Peki, 500 TL ile nasıl geçinilir?: % 30 kira ve ev faturaları. (500 TL kira ve diğer faturalar.) % 20 yol. (Aylık Akbil.) % 40 gıda. (Günde 6,5 liracık.) Gerisini bozdur bozdur harca.

Bu arada, böyle olabilmesi için, 4’ü asgari ücretle çalışan, 1’i öğrenci, 5 kişilik bir aile modeli düşünüyoruz ki bizde 14 milyon küsur hane ve 10 milyon asgari ve ondan da düşük ücretli var, hesap tutuyor.

AKP’nin övündüğü başarı işte bu: 20 milyon aç var unutulmaması gereken: Topraksız köylü, işsiz, emekli.

Dipnot: Şişirme sayı ise, 2012 için kişi başına 17.000 dolar, 30.000 TL’den çok, ayda 2.500’den çok. Yerse.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25293771/     (1 Kasım 2011)

Haklar Çökertilirken

1. Sanayileşme ertesinde işçi sınıfı, yüz yıllık mücadele ile günde 8 saat, haftada 5 gün mesai, emeklilik hakları elde etti.

AB üyeleri önce, emeklilik yaşını 68’e çıkardı. Bunun anlamı şu: 14 yaşından (o zamanlar zorunlu eğitim o kadardı) 68 yaşına kadar 54 yıl prim ödeyeceksin, sana biçilen emekli maaşı, 8 yıllık filan. Sonra, haftalık mesai süreleri yukarıya çekildi. Ardından emeklilere vergi düşünüldü.

“Almanya’da sağlık sigortasıyla ilgili geçen yaz yapılan son yasal değişiklikten sonra harekete geçen AOK, yazı gönderdiği çifte emekli Türklerden, ek prim istemeye başladı. AOK, Türkiye’den emekli geliri olanlardan 1 Temmuz’dan itibaren geri dönük ek prim ödemelerini istiyor.”


Hani, kazanılmış hak vardı? Sonuç?: Kazanılan tüm haklar geriye alınıyor. Neden? % 1’e cebindekiler yetmedi, % 99’un cebindekilere göz dikti.

ABD’liler mücadele nedir bilmezler. 1968’den beridir reel ücretler geriliyor, tık yok. Asgari ücretle ancak sürüm sürüm sürünürsün, tık yok.

Ancak, AB’liler öyle değil. Sosyal demokrat parti gelenekleri güçlü. (ABD’de 2 parti de sağcı.) İşçi sınıfının gözü pek. 1900’deki veya 1968’deki denli pek olup olmadığını, çok yakın gelecekte göreceğiz.

Sonuçta, kitleler yeniden meydanlara...  (13 Aralık 2011)